Bulunan silahlar, yakalanan suikast timleri,
Üzeyir Garih cinayeti,
Danıştay saldırısı, 33 erin şehit edilmesi olaylarının devlet içindeki çetelerle irtibatı,
JİTEM çalışanı itirafçıların anlattığı tüyler ürperten
cinayetler, artık "
derin devlet"in üzerinin örtülemeyeceğini bütün kafalara dank ettiriyor.
Karşımızdaki yapı iki gövdeden oluşuyor. Biri, cinayet şebekesi... Darbe zemini hazırlamak için her türlü kanunsuzluğu, provokasyonu yapabilenler topluluğu. İkincisi de kendisine hazırlanan zemini kullanarak
darbe yapanlar, darbeye hazırlananlar. Asıl güç tabii ki darbeciler... Onlar organize etmeden, korumadan, kollamadan, birincilerin varlığı söz konusu bile olamaz.
Şimdi bu ikili yapının varlığı, geçmişi de yeniden, yeni bir bakış açısıyla değerlendirmemizi gerektiriyor. Şayet bunu yapamazsak, binlerce
faili meçhul cinayetin, hâlâ kanayan yaralarını dindiremeyiz. Devlet, kendi insanına karşı hiçbir zaman inandırıcı olamaz. Böyle bir devlet, ne yaparsa yapsın vatandaşlarına güven veremez. Bu ülkeye de
demokrasi daha elli sene gelemez...
Ben bugün, iki insanın vicdanlarının sesini dinlemesinin çok önemli olduğuna inanıyorum. Onlar, "devlette çeteleşme var, ama bazı kişileri de gözdağı vermek için davaya dâhil ediyorlar" diye düşünseler de, sorumluluklarının gereğini yapmak zorundalar. Bu iki insana seslenmek istiyorum.
Sayın Sedat
Ergin... Siz
Milliyet Gazetesi'nin genel yayın yönetmenisiniz. Yani
merhum Abdi İpekçi'nin koltuğunda oturuyorsunuz. Abdi İpekçi, 1
Şubat 1979 akşamı, gazeteden Nişantaşı'ndaki evine giderken otomobilinde uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi.
Suikastın sanığı
Mehmet Ali Ağca, 11 Temmuz 1979'da yakalandı. Ağca, 11
Ekim 1979'da yargılanmaya başlandı. İpekçi'yi öldürdüğünü söyledi. 15 günlük yasal
soruşturma bitti.
Polis,
sıkıyönetim komutanlığından Ağca için ek
gözaltı süresi istedi. Ancak dönemin Sıkıyönetim Komutanı
Orgeneral Necdet Üruğ,
ek süre vermedi. Ağca bir dilekçe verdi ve
Selimiye Cezaevi'nden
Maltepe Askerî Cezaevi'ne naklini istedi. Ağca'nın dilekçesi kabul edildi ve Maltepe Askerî Cezaevi'nden elini kolunu sallayarak kaçırıldı. Dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi
Güneş, ek süre verilseydi Ağca'dan, kendisini koruyup kollayan ve cinayete yönlendirenler hakkında bilgi alabileceklerini defalarca söyledi. Necdet Üruğ, yıllar sonra, "Bunu Özel
Harp Dairesi'ne mal etmeden,
Özel Harp Dairesi'nde çalışanların bireysel gayretleri diyebilirsiniz." dedi.
Sayın
Ertuğrul Özkök... Siz
Hürriyet Gazetesi'nin genel yayın yönetmenisiniz. Yani merhum Çetin Emeç'in koltuğunda oturuyorsunuz. Emeç, 7
Mart 1990'da evinden işine gitmek için çıktığı sırada bindiği arabasının içinde şoförü
Sinan Ercan'la beraber öldürüldü. Emeç suikastıyla ilgili üç yıl boyunca hiçbir gelişme kaydedilemezken, 16 Ekim 1993'te Çetin Emeç, Turan Dursun, Uğur
Mumcu, Bahriye
Üçok ve Muammer Aksoy cinayetlerinin failleri olarak "İslami Hareket Örgütü" gösterildi. Ama eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, "Çetin Emeç cinayeti farklı." diyerek Emeç'in 1990 Mart'ında öldürülmesinde Özel Harp'in rolünün olduğunu ima etti. Güneş, gazeteci Emeç cinayetinin bir yanlışlık sonucu gerçekleştirildiği kanaatine sahip olduğunu belirtti. Emeç'in kardeşi Leyla Tavşanoğlu'na da, "
Cengiz Çandar bana aktardı.
Özal, Çandar'a, 'Ama bu konuyu kapatalım. Bir daha konuşmayalım.' demiş." (Ecevit Kılıç, Özel Harp Dairesi, Güncel Yayıncılık)
Sayın Ergin, Sayın Özkök, bugün azmettirenlerin, asıl faillerin yakasına yapışmak için bir fırsat doğmuşsa, sizin merhum İpekçi'ye, merhum Emeç'e bir
vefa ve insanlık borcunuz varsa, oturduğunuz koltukların hakkını vermeniz gerekmiyor mu?
Ergenekon davasını herkes sulandırmaya çalışsa, magazinleştirmek istese, fasa fiso dese, sizin en cesur, en kararlı duruşu sergilemeniz gerekmez mi?
İnanın, sizler görevinizi yapsanız, çok şey değişir...