Yurtdışındaki okullara, öğretmen olarak ilk gidişlerin yaşandığı yıllar. İsmi okunan öğretmen ayakta bekliyor.
Besmele ile uzanan bir el, okulun bulunduğu şehrin adının yazıldığı kâğıdı alıyor. İsim
yabancı, bir gecikme oluyor. Ayaktaki
genç öğretmen, okunmakta zorlanılan o ismi, sesini hafif yükselterek söylüyor. Birden bakışlar ona yöneliyor. O, mahcup bir edayla, "Akşam rüyamda gördüm." diyor...
Türkçe Olimpiyatı'nın 7.si yine gönülleri fethediyor. 115 ülkeden gelen yaşları 12-17 arasındaki 700 genç bizim şarkılarımızı, türkülerimizi, şiirlerimizi okuyor.
Kendi içindeki dertlerle, gerilimlerle enerji ve zaman kaybeden ülkemizde, bütün dünyanın çocuklarını sevgiyle kaynaştıran, içimizdeki kutuplaşmalara inat, Türkçeyi bir sevgi dili haline getiren bu olay nedir? Biz bir rüyada mıyız?
Hayır, yaşadığımız bir destandır. Destanlar aslında asırlar sonra yazılır ve okunurlar. Biz ise destan yaşadığımızın farkındayız. Bu bizim destanımız. Kendi değerlerimize bağlı kalarak, evrensel insanî değerlerde
buluşma destanımız bu.
Hamaset yapmayacağım. Zaten bütün destanlar hamasîdir. Fakat bir realite var. Bize yaklaşık iki asırdır adam olamayacağımız, artık bittiğimiz, tükendiğimiz, söylendi. Başkalarını
taklit dışında, başkalarına benzeme dışında bir yol kalmadığı telkin edildi. Hâlâ
evet hâlâ Amerika'ya, Avrupa'ya koşup "büyütmeyin gözünüzde,
Türkiye'den bir şey olmaz" diye konuşanlar var. Bu
Türkçe Olimpiyatı, onlara vurulan en büyük şamardır.
Bu destanın bir fikir mimarı var. Sovyetler yıkıldığında,
Süleymaniye Camii'nin kürsüsünden, "Ata yurdumuza, Türkistan'a bir
vefa borcumuz var. Gün bugündür. Bugün giderseniz sizi orada bekleyenler var. Geç kalır yarın giderseniz, oralara vize ile girmekte bile zorlanırsınız." diyen bir ufuk insanı... Gözleri buğulu, ağlamaklı konuşuyor. Onu dinleyenler, anlıyorlar. Söylediklerini makul buluyorlar. Heyecanlar birikmiş, fedakârlıklar bir küheylan gibi yerinde duramaz olmuş. Ne yapalım, nereye gidelim diyen bakışlar nihayet
hedef bulmuş. Önce Türk cumhuriyetleri, sonra "madem insan önemli, madem insanî değerlerde bir buluşma olmalı" denmiş, gözler bütün ülkelere çevrilmiş. Haritada yerini bulamayacağımız ülkelere kadar gidilmiş.
Bu bir kahramanlık destanıdır. Belletmen, öğretmen ve idarecilerle bir eğitim ordusu ve onların hemen yanı başında gönülleri çok zengin himmet kahramanı işadamları...
Ben bugün o kahraman öğretmenlerden söz etmek istiyorum. Her birinin ayrı bir destanı var. Her biri fedakârlıkta Çanakkale'nin bıyığı yeni terlemiş kahramanlarını andırıyor. Eşleriyle birlikte, mahrumiyet, çile, ıstırap onların dert ortağı olmuş. Daha iki günlük evli iken gidenleri var. "Ne zaman döneceksiniz?" diyen büyüklerine, "biz dönmek için gelmedik" demişler. Vasiyetleri gereği okulun bahçesine, bir
ağaç gölgesine gömülenleri var. Onları ilk görenler, ilk tanıyanlar hep "siz nereden geldiniz, dünyada böyle insanlar var mı?" diye hayret etmişler.
Böyle destan daha önce görülmedi. Örnekleri kendinden bir hareketin, sadece evet sadece Allah'ın rızasını kazanmak için yazdığı bir destan bu. "Türkiye, uluslararası alanda hak ettiği yerde olmak istiyorsa, dünyanın her yerinde olmalıdır." diye hedef gösteren güzel insana, dünya çocuklarının armağanıdır bu destan. "Varsın seni anlamayanlar çıksın, bak biz buradayız, sana dünyanın en güzel çiçeklerini getirdik. Biz seni en iyi anlayan en masum şahitleriz. Diktiğin bütün fidanlar meyveye durdu. Sen barış dolu bir dünya diyordun. İşte o barışın nesli biziz. Biz en hesapsız yaşlarda kardeş olduk. Senin hayal ettiğin dünyayı kurmak için el ele tutuştuk. Dindir artık gözyaşlarını, biz geldik." diyorlar...
Türkçeyi dünya dili yapan, gönülleri sevgiyle buluşturan, siyasi kavgaların, dünya telâşesinin ortasında, gelip bize şefkati, iyiliği, barışı hatırlatan bütün muhabbet kahramanlarına
selam olsun.