İsrail Cumhurbaşkanı
Şimon Perez’in elini, parmağını sallayarak yüksek sesle Erdoğan’a hitaben konuşarak yaptığı saygısızlığa karşılık, Oturum Başkanı’nın Erdoğan’a söz vermek istemeyişi üzerine,
Başbakan İsrail yönetimini sert bir şekilde eleştirip toplantıyı terk etti.
Hem suçlu, hem güçlü
Efendim, hani bir sözümüz vardır, ‘Hem suçlu, hem güçlü’ deriz. Saldırgan İsrail’in Cumhurbaşkanı Şimon Perez de aynen bu tabloyu çizdi. Bütün dünyanın gözü önünde haftalarca
Gazze’ye bombardımanda bulunacaksın; yasaklanmış fosfor bombalarını ve kimyasal silâhları kullanarak
zavallı
Filistin halkını, çocuk, kadın,
yaşlı ayırt etmeden katliâma tâbi tutacaksın; açıkça savaş suçu işleyeceksin; yemediğin
nane kalmayacak. Sonra da hiç utanmadan, sıkılmadan insanın gözünün içine baka baka yalan söyleyeceksin... Bununla da yetinmeyecek,
saldırganlığını ve haksızlığını sert fakat diplomatik bir üslûpla tenkit eden Türk Başbakanı’na karşı saygısızlıkta bulunacaksın...
Cumhurbaşkanımız
Abdullah Gül ne güzel söylemiş: “Bir Türk Başbakanı’na saygısızlık yapılırsa, herhalde o da sineye çekecek değil, bunu kimse beklemesin. O da gerekli cevabı verdi” demiş.
Aslında mesele bundan ibarettir ve Erdoğan, yapması gerekeni yapmıştır.
Perez’in yalanları
Efendim, bendeniz
komplo teorilerinden hoşlanmam ama bu
Hamas’ın ya da bir bölümünün İsrail Yönetimi ve MOSSAD’la
işbirliği içinde olduğunu sanıyorum.
Düşünsenize, İsrail’in Gazze’ye saldırmak için bahane aradığını bile bile, teneke yığınlarından farkı olmayan o
füze bozuntularını İsrail’e atmanın âlemi var mıdır? Böylece, Perez gibi istismarcılara kendi elleriyle gerekçe sunmuş olmuyorlar mı? Attıkları füzelerden şimdiye kadar tek kişi ölmüş ya da yaralanmış değil. Henüz bu
komik füzeler tek bir binayı da yıkabilmiş değiller. Bizim Adnan haklı olarak alay ediyor ve bu füzeler eğer tesadüfen bir İsrailli’nin tepesine düşerse, belki ağırlığı sebebiyle yaralayabilir, diyor.
Perez’e ‘Şimdiye kadar Hamas füzeleri size ne zarar verdi?’ diye sormak lâzım. Bir de hiç sıkılmadan 1 milyon İsrailli’nin bu yüzden sığınaklarda yaşadığını söylemez mi...
Şimon Perez’in, daha önce ‘
Nobel Barış Ödülü’nü nasıl aldığını artık anlayabiliyor musunuz?
Oturum Başkanı Diyaspora Ermenisi
Perez,
Davos’a gelirken, ABD’deki beş büyük İsrail lobisinin mektubuyla Türk Başbakanı’nın ağzına biber sürüldüğünü; Erdoğan’ın Hamas’ın destekçisi gibi görünmekten endişe duyduğunu zannettiği ve bir gün önce
Dışişleri Bakanı
Babacan’ın dengeleyici beyanatını yanlış değerlendirdiği anlaşılıyor. Hesabına göre, Erdoğan bu defa pes perdeden konuşacak, kendisi de saldırganlığın savunmasını dünya kamu oyuna karşı kolayca yapabilecekti.
Bu arada, Perez’in, Oturum Başkanı/Moderatör David Ignatius’un, Ermeni Diyasporası’ndan olduğunu ve
Yahudi lobisine yakınlığıyla tanındığını da bildiği anlaşılıyor. Nitekim, bu saygısız adam,
Arap Birliği Başkanı
Amr Musa’nın sözünü kesmesine ve Erdoğan’a sadece 12 dakikalık bir konuşma hakkı vermesine karşılık, Perez’in 25 dakika boyunca artistlik yapmasına imkân vermiş; bununla da kalmayarak Türk Başbakanı’nın ikinci defa birkaç dakikalık konuşmasına dahi, eliyle terbiyesizce müdahale ederek engel olmaya çalışmıştır.
Buna Davos’ta düzenlenen bir ‘komplo’ olarak bakarsak mübalağa mı etmiş sayılırız?
Peki, siz olsaydınız ne yapardınız?
Efendim, Başbakan Erdoğan’ı fütursuzca eleştirenlere, onu ‘Davos’ta
Kasımpaşa kabadayısı’ olarak nitelendirenlere sormak lâzım: Bu durumda siz olsaydınız ne yapardınız?
CHP Genel Başkan Yardımcısı
emekli büyükelçi Onur Öymen, “
Türkiye’nin prestijini zedelediniz” diyor. Anlaşılıyor ki, bu zihniyette olanlar ya çocuk katilleriyle birlikte hareket edip onlara alkış tutacaklar; ya da kendilerine yapılan hakaretleri ve saygısızlıkları sineye çekip süklüm püklüm oturmaya devam edeceklerdir.
Erdoğan, eğer maruz kaldığı saygısızlığı cevapsız bıraksaydı,
muhalif gazetelerin manşetlerini hayal edebiliyor musunuz?
Bu defa da Başbakan’ı suskun kalmakla itham edip yerden yere vurmazlar mıydı?!..
Nihayet büyüklüğümüzün farkına vardık
Biz Başbakan’ın bu tepkisinde tamamen samimî olduğu kanaatindeyiz. Hâdiseyi defaatle seyredip de, bunu Başbakan’ın
seçim yatırımı olarak düşünmek insafsızlık olur.
Başbakan’ın infiâli esansında, “Ben
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanıyım. Türkiye bir çadır devleti değildir” demesi üzerinde durmak lâzımdır. Bu çıkış, Türkiye’nin büyüklüğünün keşfi demektir. Bir defa bunun farkına varmışsak, dünya politikasında daha tesirli olmaya başlayabiliriz.
Peki, bu çıkışın Türkiye’ye zararı olmaz mı? diyecek olursanız; elbette bazı sorunların ortaya çıkması muhtemeldir. Ancak, bu konuda asıl endişe etmesi gereken taraf İsrail’dir. Nitekim, Perez’in hemen telefona sarılmasının hikmetini de bu endişede aramak lâzımdır.
Türk Milleti’nin, korkaklara ve pısırıklara değil, dik duran liderlere ihtiyacı vardır.