Elifi büküp kucağına nokta yerleştirilince "nun" oluyor; altına yerleştirilirse "be"...
Hz. Musa, Hızr (as)'ı aramak üzere yola çıkarken yanına almaya değer gördüğü kişi
genç Yûşa idi. Yûşa "bin Nun" idi. Balığın karnından geçen Hz. Yunus da "nun" sahibiydi. "Nun" ve "
kalem" Alemlerin Rabbi tarafından üzerine
yemin etmeye değer bulunmuş. Hasılı, "nun" kim bilir nice esrarın remzidir. Ama elifin, Ezel ve Ebed Sultanı'nı, noktanın da fâni ve zâil insanı sembolize edişi hep "be" harfi üzerinden, özellikle de Besmele'nin "be"si üzerinden ifade edilmiştir. Derviş Zaim,
İslam sanatını beyazperdeye
taşıma gayretinin ikinci adımını "nokta" ile attı.
Filmin en muhteşem tarafı afişiydi bence. Üzerinde "Afallahu anh" yazan afişte, hattat, noktanın yerine geçmiş ve gözlerini semanın sınırlı sonsuzluğuna dikmişti. Yani insana tekabül eden nokta müşahhaslaştırılmış (somut), Allah'ın remzi olan elif (çizgi) mücerred (soyut) olarak bırakılmıştı. Kendisini bulamamış insanın "şer problemi"ni bir türlü çözemeyişinin ve o yüzden maruz kaldığı acıların güzelce işlendiği film, kafalara gizliden gizliye bir soru takıyor: Moğolların, ellerindeki güç ve kuvveti, istila ettiklerin ülkelerin insanlarını katletmekte kullandığı için mi "nokta" konulamadı? Yoksa "nokta" yerine konulamadığı için mi Moğollar hattatı ve diğerlerini katledebildi?
Hattat, "nokta" yerini bulduğu zaman olacak güzelliklere inandığı için Moğollara aldırmadan noktayı koyabilmenin telaşını yaşıyor filmde. Genç çırak ise Moğolların silahlarına ve zulümlerine inancından dolayı "nokta" ile uğraşmayı manasız bulup bir an önce kaçmakta ısrar ediyor. Film günümüze geliyor. O gün noktanın yerine konulamamış olmasından kaynaklanan keşmekeşin, asırlar geçmiş olmasına rağmen hükmünü nasıl da icra ettiğini başlıyor ince ince dokumaya...
Nokta'nın tecrit bandından işlediği bu konuyu, sıcak olaylar üzerinden ve olabildiğince müşahhas işleyen
Kelebek filminin, noktadan bir iki hafta önce vizyona girmesi de kaderin ince bir remzi olsa gerek. Moğolların yerine
Amerika geçmiş, Tuz Gölü'nün yerine de
Afganistan...
Kelebek "nokta"yı bulup, yerine yerleştirebilmenin derdine düşmüş. Sonsuz ve sınırsız kuvvet sahibinin, kâinata koymuş olduğu kanunları keşfedebilecek eğitimli insan yetiştirilirse, kelebek kanadı gibi zayıf ve zarif bir hareketle Amazonlarda
fırtına çıkarabilecek kuvvet keşfedilmiş olur, diyor. Bu eğitimden uzak kalmış kişiler ise elindeki çakaralmaz ile "göze göz, dişe diş" kavgasında ısrarlı. Nokta geleneksel kültürü taşıdı beyazperdeye, gözlerimizi geçmişimize çevirdi...
Kültürün önemini bilenler noktadan takdirlerini esirgemedi. Kalemin hakkını vermeye çalıştı.
Kelebek ise kültür köklerimiz üzerinden geleceğimizi inşa derdine düştü; derdiyle baş başa kaldı. "Moğollar geliyor" psikolojisi "nokta"nın önemini kaçırdı gözlerden. Sonsuz kudrete açılan pencereleri görünmez kıldı. Kelebeğin yalnızlığını düşünürken, "nokta"nın önemini kavrayamayan genç çırağa, usta hattatın söylediği söz takıldı dilime: "İnanmayan yazamaz..."
Aslında çarşaflı kadını mahkemede azarlayan hakime hanımı yazmak istiyordum. Hislerim, kelebeğin yalnızlığını paylaşmaya itti beni... Hakime hanımın hareketini
Özdemir İnce'ye
havale ettim. Laikliğe içeriden verilen zararı, eminim, Sayın İnce benden çok daha güzel yazar...