"Max Weber,
modern sosyologlar için önemli bir ilham kaynağı olmuştur. En büyük özelliği 'anlayışı' sosyal bilimlerde öne çıkarmasıdır. Anlayış sosyolojisinde öncelikli olan insandır.
Dolayısıyla insanların inandıkları değerlerin anlaşılması önemlidir. Bu değerler içinde elbette inançlar sistemi de vardır."
İlker Paşa'nın 14
Nisan Harp Akademileri konuşmasında geçen bu cümleler önemlidir. Eğer "insanların inandıkları değerler" anlaşılır ve o değerlerle var olma hakkı kabullenilirse... "Değerleriyle var olma hakkını" kullanabilmesinin önündeki engellerin kaldırılması için hep birlikte samimi gayretler gösterilebilirse... İşte o zaman 14 Nisan 2009 konuşması bir milat olur.
Asker toplumsal değişimlerde öncülük rolünü sürdürebilir.
Halbuki "din eksenli cemaatlere"
demokrasinin aktörleri arasında yer vermeyen; onları, demokrasi görünümü altında, "belli bir güce ulaştıkları için TSK'ya karşı sistemli faaliyetler yürüten yapılar" şeklinde algılayan "anlama" çabalarının, "
Türkiye gerçeğini" kavrama açısından yetersiz kalacağı aşikârdır. Bunun bir adım ötesi Vamık
Volkan'ın kanaatidir. Volkan, sadece "cemaat" mensuplarının değil, "mütedeyyin" ile "demokrat" arasında ilişki kurabilmenin imkânsızlığına inanır. Ona göre çözüm önerilerinin içinde dinî unsurlara asla yer verilmemelidir. Bu inanca göre "mütedeyyin" kimseler "olmaması" gerekenlerdir.
Bu durumda "anlama" konusu gerçekten önemseniyorsa, yanlış yönlendirme amacı gütmeyen bilimsel değeri yüksek araştırmalarla önce halkımız tanınmalıdır. Halkımızı tanımadan, sosyolojik şablonların uygulanması ancak kısıtlı imkânlar sunabilir. "Biz halkımızı tanımıyor muyuz?" diyenlere bir hatırlatmada bulunalım. Yıllardır "anlaşılmasın" diye değil, "yanlış anlaşılsın" diye, belli yerlerde, "bilerek" Şeyh Sait ve Sait Molla olarak tanıtılan Said
Nursi der ki: İnsanları fikren yanlışlığa atan sebeplerden biri de ülfeti ilim zannetmeleridir.
Maalesef bizim aydınlarımız "mütedeyyin" insanımızın "dinini" bilmez. Din-devlet ilişkilerini d
e devlet-kilise kavgalarından bilir. O kavgalardan çıkan şablonları milletimize aynen uygulamak ister. Şablonun tatbiki, beklenen sonucu vermeyince şaşırır kalır. Problemi, toplumun şablona uygun hale getirilememiş olmasında arar ve der ki, demokrasilerde "olmaması gerekenleri" ayıklamak için "çatışma" şarttır. Ancak o zaman demokrasinin bedeli ödenmiş olur!
Artık saplantı haline gelen bu "sanı", kendisini öylesine dayatır ki, "medeni insanların konuşarak anlaşabileceği", "herkesi kendi konumunda kabullenerek, geliştirilecek samimi diyaloglarla çok güzel çözümlere ulaşma imkânlarının bulunabileceği" gibi "onların çağını" aşan alternatifler "düşman" muamelesine maruz bırakılır.
Ergenekon davasının 12. dalgası kapsamında
ÇYDD ve ÇEV'in aranmasına tepki gösterenlerin kullandığı "eğitim melekleri" tabiri çağrışım yaptırdı; 11 sene öncesine gittim. O günlerde dişinden, tırnağından artırdıklarıyla öğrenci okutmaya çalışanların gayretlerini karalamak, onları suçlu durumuna düşürerek mahkûm ettirmek için çalışan "eğitim meleklerine" şu çağrıyı yapmışım:
Ey Bulut'lar, Haşmet'ler, Gülseven'ler... Karalama,
iftira ve asılsız isnatlarla uğraşmayı bırakıp;
Fethullah Hocaefendi'nin yaptığı gibi devletten beklemeden, imkânları kendiniz bularak, başta bizim ülkemiz ve insanımız olmak üzere, tüm insanlığa çatlarcasına
hizmet götürmeye var mısınız?
Kadını, kadın; erkeği, erkek; zenciyi zenci; sarıyı, sarı; Türk'ü Türk;
Kürt'ü Kürt olarak bağrımıza basıp, insanlığı yüceltme yolunda yarışalım. Yarışalım ki, bu yarıştan herkes faydalansın. (Zaman, 19
Mayıs 1998.)
"Melekler" sonunda eğitim noktasına geldiler. Ama ne zaman? 2003 yılında Eruygur'un Jandarma genel komutanı olmasıyla birlikte! Aynı günlerde patronların davet edilip, "
kayıt altında" görüşmelerle, meleklere fon aktarmaları sağlandıktan sonra!... Koparılan fırtınaya bakıp, soralım: Konu, çocuklarımıza burs temin ederek, eğitimlerini üstlenmek mi gerçekten? Eğer öyleyse "meleklerin" etrafında pervane olanlar, neden aynı anlayışı "Gönüllüler Hareketinden" esirgiyorlar; gurbetteki yetmişini aşmış bir insana yapmadığını bırakmıyorlar ki hâlâ?.. "Anayasal vatandaşlığı" tartıştığımız bir zamanda, vatandaşların bir kısmını melek, bir kısmını da düşman ilan etmek için elinden geleni ardına koymayanları "anlamak" için bir yöntem bilen var mı?