"Kirlenmişliğim ya gün yüzüne çıkarsa!" korkusu... Bir mekanizma düşünelim şimdi; içine aldığı insanı yükseltiyor. Bazılarını dokunulmaz kılıyor, bazılarını da ulaşılamaz...
Ama bu insanlar aynı zamanda çok korkuyor. Çünkü bindikleri dönme
dolap, onları yukarılara taşırken aynı zamanda kirletmiş. Perdenin önünde saygınlıklarını alkışlarken, perdenin arkasında kirleterek
itiraz edemeyecek hale getirmiş.
Sistemin üyelerini kirletmesi, kendi güvenliğini sigortalama gereğinden
doğuyor. Bir gün paçayı ele verirse, birkaç kişiyi
kurban edip, yakayı kurtarıyor böylece...
Ergenekon sanıklarından birisinin dediğinden ibaret bütün hadise yani: "Bit silkeleniyor." ve
dosya kapanıyor!.. Ergenekon gibi sistemlere dâhil olanların, sistemin güvenliği açısından kıymetleri �acı ama- "bit" kadar... Perdenin önündeki fiyakalılar arasına girebilmek için �ne yazık ki- "bit" muamelesine razı olan çok sayıda insan var! Tabii, eğer buna insanlık denirse...
Bu tür mekanizmalar gizli bir
iktidar oluşturmak için kuruluyor. Amacına ulaşma yolunda birçok usulsüz ve kanunsuz işler yapıyor. Onların ortaya çıkma ihtimali belirdiği zaman yeni kanunsuz oyunlarla kendisini korumaya çalışıyor. Temeldeki suçun oluşturduğu korku ve tedirginlik, sürekli suç işleyerek, masumları suçlu gösterecek tertipler oluşturarak güvenliğini sağlıyor. Doğu Perinçek'in içeriye alınırken söylemeye başladığı ve halen ısrarla tekrarladığı "Ergenekon tertibi" sözü bu açıdan manidardır: Yapan bilir çünkü. Ama bu
dava başka. Adaletin, suç mekanizmasını paçasından yakaladığı belki de ilk dava... Yanlışların yanlışları doğurması üzerine kurulmuş saltanat, doğrulardan tabiatı gereği nefret ediyor. Doğruyu görünce yok olma korkusuyla hezeyanlara giriyor. Şimdi, Ergenekon davasının çok değil, birkaç ay öncesine gidip,
Türkiye'de konuşulanlara bakalım, sonra tekrar günümüze dönerek Ergenekoncuların neleri değiştirme derdine düştüklerine dikkat edelim.
Zamanın genelkurmay başkanı "
Karanlık Savaş" tabirini atmıştı ortaya ve "silahsız
terör"den bahsetmişti. Türkiye gibi
terör tehdidi altındaki
ülkelerin çok uyanık olması gerekiyordu. Teröre yarar endişesiyle "fikir ve ifade" hürriyeti kapsamında, insanların düşüncelerini açıklamasına bile "Karanlık Savaş"ın araçları açısından yaklaşılmalıydı. Terörü önleyebilmek için bir dizi "önleyici
tedbir" yasal hale gelsin diye TCK'da değişiklik isteniyordu. Bu tedbirlere göre, bir evde üç kişi yaşıyorsa, mutfaklarında bir
piknik tüpü, banyolarında da
deterjan varsa bu insanların bombalı
eylem yapmak üzere bir araya geldikleri iddiasıyla içeri alınması mümkün oluyordu. O zaman Ergenekon canibinden hiç itiraz yoktu. Belki de memnun oluyor, ellerini oğuşturuyorlardı. Tertip üstüne tertip yapmak kolaylaşacaktı! Ama şimdi Ergenekoncuların marifetine bakın. Sanki Türkiye terör tehdidinden kurtuldu. Ülkemiz üzerinde karanlık savaş yürüten süper güçler emellerinden vazgeçti. Bir anda öyle güçlü, öyle sağlam bir ülke olduk ki,
kasa kasa bombalar, suikast krokileri, eylem planları ve lav silahları çıkıyor; "Aman canım! Ne olacak ki!" dememizi bekliyorlar. "Çocuklar onlarla kovboyculuk oynayıp eğleneceklermiş" sanki!
ETÖ mensupları kendilerinden o kadar emin ki, telefonda her şeyi konuşmuşlar. Ve aynı vurdumduymazlıkla adli dinlemelerin
delil olmaktan çıkartılmasını sağlayarak, kurtulmayı deniyorlar. Nereden nereye!.. Türkiye, terör tehdidi altında değil miydi?
PKK denilen kanlı
örgüt, döşediği mayınları ve bombaları cep telefonuyla patlatmıyor muydu? Ve bu örgüt daha çok kan dökmek üzere eylemlerini büyük şehirlere, kalabalık
alışveriş merkezlerine kaydırma kararı almamış mıydı?
Öyle ama bir gerçek daha var... ETÖ mensuplarının, özel ilişkileri ortaya çıktıkça kamuoyu önündeki saygınlıkları tehlikeye giriyor. Ve onlar tertemiz bir Türkiye için "Gerekirse cezamızı çekeriz" diyebilecek yüreğe sahip değiller. O yürek Sayın
Hasan Celal Güzel gibi devlet adamlarında var. ETÖ'cülerle gerçek devlet adamlarını mukayese edebilmek için Hasan Celal Bey'in,
Radikal gazetesinde 13
Şubat 2009 günü yayınlanan "Yazıklar olsun size" başlıklı yazısını okumak yeter de artar bile...