İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde Recep
Tayyip Erdoğan’a karşı
dava açan ve onun yakın çalışma arkadaşları için ağır cezalar isteyen savcı Rasim Işıkaltın’ın
İstanbul Başsavcılığı emrine atanması çeşitli yorumlara neden oldu.
Gerçi “Rasim Işıkaltın’ın da dahil olduğu 3 savcının
Ergenekon dosyalarında görevlendirilmeyeceği” yolunda bir açıklama var ama “Polemiklerle bulanan sular durulunca Ergenekon’da görevlendirilir mi?” kuşkuları sürüyor.
Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu Başkan Vekili
Kadir Özbek ile konuştum.
Anlattıkları şöyle:
Kırmızı çizgimiz “yargının bağımsızlığı”dır. İnsan hakları ve adil
yargılanma hakkı bunun esaslarıdır.
Elbette “yargı bağımsızlığı”nın yargıda “keyfiliğe dönüşmesine” de duyarlıyız. “Dönüştü” diyemeyiz. Bunun için bir kanıta sahip de değiliz. Oradaki arkadaşlar da görevlerini yapıyorlar. İstanbul Başsavcı Vekili’nin üç savcıyı saptarken onların daha önce kimin aleyhine dava açtıkları ve ağır cezalar istediği gibi bir değerlendirmemiz olmadı.
Kamuoyunu tedirgin eden “davanın siyasi boyutlara çekilmesi” tartışmalarına girmedik. Yoğun
işgücü gereği nedeniyle yapılan atamalardır.
Hiç yorumsuz, birinci ağızdan durum işte böyle.
...........................
Bir de Ergenekon sürecinde kararları alan 9. Ağır
Ceza Mahkemesi’ne Hâkim
Tuncay Aslan’ın hâkim olarak atanması dikkati çekti.
HSYK Başkan Vekili
Kadir Özbek’in bu konudaki açıklamasını yansıtayım:
İstanbul 13.
Ağır Ceza iki
heyet halinde çalışıyor.
Oraya daha önce 9. Ağır Ceza’dan bir
yargıç vermiştik. Hâkim Tuncay Aslan’ı 9. Ağır Ceza’ya atayarak bu eksiği giderdik.
........................
Başkan Vekili Kadir Özbek, yargının bağımsızlığı,
siyaset dışılığı ve tarafsızlığı ilkelerine duyarlılık gereği kelimelerini özenle seçerek konuştu.
Satırlar kadar, satır araları da önemlidir.
Herkes satırları ve satır aralarını elbette kendine göre yorumlayacak.
YÜCE YARGI KULAK ÇEKTİ
ANAYASA Mahkemesi’nin
telefon dinlemeleri bağlamında aldığı karar, hukuk devleti ve
insan hakları açısından önemlidir.
İletişim Başkanlığı’nı
Başbakan’a bağlayan ve başkanın atanması yetkisini Başbakan’a veren hükmün iptal edilmesi “
mesaj” olarak algılanabilir.
Gerçekten dinlemeler için bir yandan hâkim kararı gerekiyor ama öte yandan işlev yürütmeye bağlıydı.
Birbirinden ayrı olması gereken Yasama ve Yürütme sınır çizgileri siliniyordu.
Yeni düzenlenmenin bu önemli sakıncayı giderecek özenle yapılması gerekir.
Buna karşılık...
İptal kararıyla birlikte ortaya hukuk boşluğu çıkıyor.
Şu süreçte dinlemeler bu boşlukta kalmakta.
Yani...
Anayasa Mahkemesi “tele
kulak” sakıncalarını görmüş, “kulak çekmiştir” ama “Öyle yapma, böyle yap” işaretini verememiştir.
O işaret,
gerekçeli karar açıklandığında görülebilecek.
Ne yazık ki,
Anayasa Mahkemesi kararlarında gerekçe hayli gecikerek yazılabildiği için hükümetin eli kolu bağlı kalmakta.
Bir an önce bu boşluk “hukuk devletinin kuvvetler ayrılığı” ilkesine göre doldurulmalı.
Aksi halde “
tekin yer” olmayan
Türkiye’de güvenlik hizmetleri zora girer.
Terörist, uyuşturucu ve
silah kaçakçısı, çeteci, dinlemeyle izlenemezse meydanı boş bulur.
Elbette
Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım’ın “Korkacak bir şeyiniz yoksa, dinlenseniz ne olur?” diye özetlenebilecek söylemi, hukuk devleti ve insan hakları çerçevesinde yer bulamaz...
Mahkeme kararıyla da olsa, suç odaklı konuşmaların ötesinde tamamen özel hayatı yansıtan konuşmaların hoyratça iddianamelere sızması
akıl alır şey değildir ama madalyonun diğer yüzünde dinlemelerin güvenlik için kaçınılmazlığı da dikkate alınmalıdır.
Beyaz Saray’ın -eski-
Psikoloji Danışmanı Prof. Vamık
Volkan, İstanbul’daydı.
Söyleşirken “Türkiye’de toplumun paranoid hale gelme yolunda olduğuna” işaret etti.
Herkes, “dinlendiği” kuşkusunda. Konuşurken masadaki telefonlar kapatılıyor.
Toplumun tümünün “korkacağı şeyleri mi var?”