“Halkın nabzının ne yönde attığını ölçmede en isabetli sonuç alacak hangi mesleğin erbabıdır?” sorusuna
cevap teşkil edecek meslekler listesinde 'gazetecilik' herhalde en ön sıralarda yer almalı.
Gazeteler halkı haber yapar, halka haber verir.
Gazetecilik 'halkın haber alma hakkı' ile irtibatlı görüldüğü için '
kamu hizmeti' sayılmaz mı zaten?
Son zamanlarda bu meslek erbabının da halktan kopuk hale geldiği kendini belli ediyordu; '
Ergenekon' sürecinin her aşaması bu yanlış gidişi iyice göze batar hale getirdi. 'Halk gazetesi' gururunu başlığında taşıyanlar bile, hayrettir, Ergenekon konusunda halkın nabzını tutamıyor, kendi hüsn-ü kuruntularının gerçeği yansıttığını sanıyorlar...
Örnek mi, işte size örnek: Dün Milliyet'te gazetenin imzasıyla yayımlanan 'başyazı' şu ana kadar yaşananları özetledikten sonra bir noktaya dikkat çekiyor: “Tam bu noktada karşımıza izaha muhtaç şu soru çıkıyor: Ülke açısından hayırlı karşılanması gereken böyle bir süreç neden
toplumun tümünün desteğini yanına alamıyor? Örneğin,
Susurluk skandalının toplumun büyük kesiminde yarattığı mutabakat ve
dayanışma, Ergenekon söz konusu olduğunda neden tekrarlanmıyor?”
Bu soru dün değil de -diyelim- bundan bir süre önce sorulmuş olsaydı bir anlam taşıyabilirdi; oysa son on gün içerisinde birbiri ardına meydana gelen ve bu soruyu soran gazetenin de artık ilk sayfadan görme ihtiyacı duyduğu gelişmeler denklemi değiştirdi.
Toplumun tümünün olmasa bile tümüne yakını 'Ergenekon' adıyla yürütülmekte olan sürecin arkasında bugün. Yeraltından çıkartılan silâhlar, bombalar ve patlayıcılar ile bazı
emekli rütbelilerin mekânlarında ele geçen suikast planları ve
şantaj kasetlerinin şaşkınlığı geçer geçmez, sürece kuşkuyla bakanların önemli bir bölümü kanaat değiştirmiş bulunuyor.
Hem de hiçbir yan etkinin bu kanaati yeniden kolay kolay değiştiremeyeceği biçimde...
Nabzını iyi tutamayınca toplumun, başyazıyı kaleme alan, kaçınılmaz bir yanlışa da düşmüş: “Susurluk skandalının toplumun büyük kesiminde yarattığı mutabakat ve dayanışma, Ergenekon söz konusu olduğunda neden tekrarlanmıyor?” sorusu yanlış bir soru çünkü...
Susurluk Skandalı, ortağının
parmak izine de ulaşılabileceği ve koalisyonun bu yüzden yıkılabileceği endişesiyle, Refahyol
Hükümeti zamanında ve yeterli kararlılıkla üzerine gitmediği için sarpa sarmıştı; hükümet yavaştan aldıkça kamuoyu daha keskin bir tavra büründü. Oysa bugünün hükümeti denetleyemediği süreçten tedirgin olsa da yargıya müdahaleden uzak duruyor; sürecin rayında gittiğinden emin olan toplum da gelişmeleri izlemekle yetiniyor...
Milletin sesi çıkmıyor, ya da '1 dakika aydınlık' türü
eylem yapmıyorsa, bunun sebebi, ilgi azlığı, mutabakat ve dayanışma yokluğu değil, müdahaleyi gerektiren bir durum olmayışına duyulan güvendir. Herhangi bir eyleme neden ihtiyaç olsun ki, işler rayında gittikten sonra?
Gazetecilerin halkın nabzını tutamadıkları ortamlar şahsen ve mesleki itibar açısından en tehlikeli ortamlardır.
Kamuoyunun hassasiyetini paylaşmayan bir yayın yönetmeninin toplumun dikkatle izlediği ve kanaat sahibi olduğu bir konuda yanlış görüşler serd etmesi, kanaat haline dönüşmüş noktaların bile köşe yazılarında anlamsız polemiklere feda edilmesi, bunu yapanların aleyhine çalışır çünkü.
Silahlar, bombalar, suikast krokileri, şantaj kasetleri bulunmamışken bu tür iddialar seslendirilebilirdi, ama bugün? Bugün farklı iddialar -doğrudur, yanlıştır- toplum tarafından farklı sebeplere bağlanıyor...
En iyisi duyargalarımızı yeniden toplumun nabzına açık hale getirmek...