İnternet ortamında yayınlanan bazı konuşmalar, bir yandan büyük bir şaşkınlığa neden oluyor; diğer yandan da yakın
siyaset tarihimize bambaşka belgeler sunuyor.
Ses
kayıtlarının çok değişik boyutları var. Her boyut, kendi içinde bir gerçekliğe dayanıyor. Dolayısıyla doğru
analiz yapmak için sadece tek pencereden bakmak yetmiyor. Dilerseniz,
ses kayıtlarının internetteki paylaşım sitelerine düşmesini birkaç farklı açıdan mercek
altına alalım.
Yakın tarihimizin karanlık pek çok olayına ışık tutan konuşmaların kim tarafından kaydedildiği bilinmiyor. En makul ihtimal 'muktedirler'in birbirini dinlemesi ve kaydetmesi. Kayıtların neredeyse tamamı, özel ve güvenli alanlarda pervasızca yapılan konuşmalardan derlenmiş.
Ergenekon sanıklarından
emekli Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener
Eruygur ve emekli Jandarma
İstihbarat Daire Başkanı
Tuğgeneral Levent Ersöz'ün kaydettiği konuşmalar ve kullandıkları gizli kameralar bile bu konuda yeterince fikir veriyor; ancak bazılarının umurunda bile değil bu net
deliller.
Birileri ısrarla
hedef saptırarak
psikolojik harp taktiklerine devam ediyor. Ortada hiçbir delil yokken ısrarla faturayı bazı insanlara kesmek, şeref ve haysiyet yoksunluğuna işarettir. İnsanların konuşmalarını kaydetmek; sonra da onu herkesle paylaşmak doğru ve etik bir davranış mıdır? Tabii ki hayır. Tabii ki yapılanı tasvip etmek mümkün değildir.
Ancak, internete düşen ve tüyler ürperten konuşmaları, tamamıyla 'kim kaydetti, kim sızdırdı?' sorusuna hapsetmek de başka bir yanlış. Konuşulanlar
aile mahremiyetlerine dair sohbetler değil; ülkenin kaderinde payı olan bir kısım teşebbüslerden bahsediliyor. Dolayısıyla bu tip ifşaatlar karşısında meseleyi hep şeklî tartışmalara kilitlemek, bazı gerçekleri örtbas etmek anlamına geliyor. Kaldı ki bugün etik hocası kesilenlerin kariyerinde, bu ayıpları alkışlamaktan oluşan uzun bir sabıka listesi bulunuyor. Bu nedenle etik merkezli
itirazları da
toplum tarafından inandırıcı bulunmuyor.
Son ses kayıtlarından bazı hatırlatmalar yapalım ki; neyi tartıştığımız daha net anlaşılsın. Daha önce ses kayıtları yayınlanan eski
Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı
Karadayı'nın söyledikleri yenilir yutulur cinsten değildi. Dönemin
ANAP lideri
Erkan Mumcu'ya Meclis'e girmemesi için
baskı yaptıklarını, 367 krizini nasıl yönettiklerini anlatıyordu. Konuşmalar yayınlandıktan sonra 28
Şubat darbesinin üst düzey
komutanı Karadayı, sesin kendine ait olduğunu kabul etmiş; sadece küfürlü bazı sözleri üstlenmemişti. Ortaya çıkan kayda göre Mumcu'ya 'p...k' demişti. Mumcu
dava açacağını söyledi ancak herkes de biliyor ki; eski liderin böyle bir dava açmaya mecali yok. Her neyse. Mumcu, Karadayı'nın kendisini aradığını inkâr etmedi ya; o bile yakın tarihe yeni bir kapı aralıyor...
Karadayı'ya ait olduğu öne sürülen yeni kayıt daha vahim iddialar içeriyor. 27
Mayıs darbesi öncesi polisin topladığı
eylemci gençleri 'arka kapıdan salıverdikleri'ni anlatıyor mesela. 12
Eylül darbesine nasıl hazırlandıklarını da uzun uzun şerh ediyor Karadayı. Darbe öncesi askerî tayinlerin nasıl yapıldığını da açıklıyor.
28 Şubat'la ilgili anlattıkları daha da vahim. Dönemin başbakanına, hükümetine, diğer siyasî liderlere nasıl baskı yaptıklarını, Meclis'i nasıl adeta
esir aldıklarını övünerek naklediyor. 'Bir partiyi kapattık yav.' cümlesi hoş mu? '
Mesut Yılmaz'a altın tepside iktidarı teslim ettik.' demesi şık mı? Tabii ki değil. 'Zorla sekiz yıllık eğitimi çıkarttık.' demesi de yakışık almamış. İnternetteki kayıtlara göre bir ara emekli komutan coşmuş veryansın etmiş. Dönemin başbakanı Mesut Yılmaz için 'kaypak' demiş mesela.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilk kadın başbakanı için 'k..pe' demiş örneğin...
Uzun söze gerek yok. Durum üzücü, iddialar korkunç. Binlerce senelik devlet kültürü olan bir toplumun hazmedeceği laflar değil sarf edilenler. Üstelik bu tür ses kayıtları ilk defa çıkmıyor karşımıza. Ergenekon zanlısı emekli Orgeneral
Şener Eruygur'un eşi bazı mahkemelerin 'kendilerinden' olduğunu söylüyor; GATA'da yürütülen hileli işlemlerle bazı emekli komutanların yakasını yargıdan nasıl kurtaracağını anlatıyordu.
Ses kayıtları internete
bomba gibi düşünce, Eruygur'un eşi, konuşmaları doğruladı ve bunları bir kızgınlık sonucu söylediğini ifade etti. Ve bu arada olan oldu; Ergenekon davasından
tutuklu bazı askerler 'GATAkulli' usulüyle kapağı
hastanelere atmış oldu. Ne yazık ki Genelkurmay bu vahim iddialar ve gelişmeler karşısında kamuoyunun endişelerini gidermekten uzak bir görüntü sergiliyor. Yıpranan sadece
adalet sistemi değil ki! Bu tür gelişmeler '
Askerler için yargı işletilemiyor, imtiyaz ve nüfuzlar araya giriyor' şeklinde bir imajın oluşmasına neden oluyor.
İnternette yayınlanan her kayıt askerlerle ilgili değil kuşkusuz. Hafta içinde
Doğan Yayın Holding Başkan Yardımcısı Soner Gedik ile Gelir İdaresi Başkanı Mehmet Akif
Ulusoy arasındaki konuşma da büyük ilgi ve yankı uyandırdı. İnsanların kafası gerçekten karıştı bu durum karşısında. Bir yandan 'Bunları kim, niçin kaydetmiş?' sorusu burgu burgu soru işaretlerine yol açarken; diğer yandan 'Bu nasıl bir görüşmedir, bu ne biçim pazarlıktır' sorusu da istifhamlara neden olmuştur. Doğan Grubu'nun kızgınlığını anlamak mümkün; hatta itirazlarına genel prensipler açısından hak vermek de gerekir. Ne var ki itiraz sahibi bazı
gazetelerin 'kaynağı belirsiz kayıtları yayınlamak'ta pek çok defa tereddüt yaşamadığını da cümle alem biliyor. Nitekim
Vakit Gazetesi, muterizlerin sabıka kaydını yayınladı. 28 Şubat, ses kayıt savaşı üzerinden yapılmış ve bazı gazeteler buna dayandırmıştı her şeyi. Bu konudaki misalleri sıralamaya kalksanız gazete sayfaları kifayet etmez. Daha çarpıcı olan, çok yakın tarihli ses kayıtlarının kullanılmasıydı.
Milliyet Gazetesi, 24 Şubat'ta ses kaydının dökümünü neşretmişti. İbrahim
Tatlıses ile Yıldız Tilbe arasındaki
kavga söz konusu olduğunda bu tür kayıtların yayınlanması etik oluyordu da
demokrasi yokuşunda milletin nefesini kesen hamlelerin faş edilmesi neden etik sayılmıyordu?
Hürriyet de 22 Şubat'ta BOTAŞ ile ilgili haber yapmış, oradaki
telefon dinleme kayıtlarını okuruyla paylaşmıştı...
Görünen o ki; ses kayıtlarıyla herkesi sindiren birileri bugün konuştuklarının mahcubiyeti içinde buram buram terliyor. Etme bulma dünyası dedikleri bu olsa gerek. Oh olsun demiyorum. Ancak bütün bu yaşananlar bir daha ispat ediyor ki; demokratik sürece kim, ne zaman, nerede ve hangi konjonktür ışığında müdahale ederse etsin; hiçbir plan gizli kalmıyor ve bir gün yapılan yanlışlar ortaya çıkıyor. Anti-demokratik hamleleri planlayanlar ve orada rol kapanlar eninde sonunda mahcup oluyor. Değmez ki! Herkes, tarih karşısında sorumluluk taşıyor; sonuçta
üniforma da emanet,
kalem de emanet, statü de emanet...
Hapishane ile hastane arasındaki koridor
eli Küçük de hastanede. Sadece o kalmıştı geride. Üst düzey tutuklu komutanlar birer birer hastalandı (!) ve kitabına uydurulan bir yolla hastaneye yatırıldı. Sanıklar ve yakınları sevinmiştir herhalde. Olan zaten onlara değil; bir zamanlar çalıştıkları kurumlara oluyor. Çünkü onların yanlış uygulamaları çok önemli bir kurumu yıpratıyor. Halk,
hapishane ile hastane arasında kurulan koridoru nasıl anlıyor; bunu iyi düşünmek gerekiyor.
Ergenekon davasında asker sanıklara iltimas geçildiğini, adalet mekanizmasının askerler için işletilemediğini düşünmüyor mu vatandaş? Zaten Şener Eruygur'un eşi bazı mahkemelerin kendilerinden olduğunu söyledi. O esnada bazı asker tabipler, asker zanlıların nasıl sahte evraklar sayesinde kurtarılmaya çalışıldığını söyleyiverdi. İnsanlar bu bilgilere internetten ulaştı, yapılanları gazetelerden okudu. Üstelik Bayan Eruygur, asker tabiplerle yaptığı bu konuşmaları doğruladı... Bazı şüphelerin yaygınlaştığı bir dönemde bütün tutuklu komutanların hastaneye yatması, ordumuzu zan altında bırakmaz mı? Maalesef! Yıpranmaması için azami gayret sarf edilen bir kurum, niçin bu kadar yanlış bir algıya sebep olacak
manzara içinde buluyor kendini? Ergenekon zanlıları için iddia edilen suçlamalar çok büyük. Kaos çıkarmak, askeri üstlerine karşı itaatsizliğe sevk etmek,
halkı kışkırtmak, mevcut hükümeti yıkmak için teşebbüste bulunmak... Zaten bazı asker zanlıların sorgusu ve tutuklamalarında sıkıntılar yaşandı, gecikmeler, çelişkiler gözlendi. Gereksiz tereddütler bazı soru işaretlerini çoğalttı...
Dost zor günde, zor olanı söyler. Şu an hapishane ile hastane arasına bir koridor inşa edildi. Bu koridorun sonunda ışık görünmüyor. Çünkü manzara şüphelere kapı açıyor. Ve maalesef Türk Silahlı Kuvvetleri'nin buradan ağır yara alması söz konusu. Bir an önce 'TSK, adaletin işlemesine müdahale etmez' imajının canlandırılması lazım.