Başbakan Tayyip Erdoğan'ın
Davos çıkışından sonraki tartışmaların bir boyutunu da aba altından
sopa göstermek teşkil ediyor. 'İğneci korkusu' gibi tehdit ve şantajlarla karşı karşıyayız. ABD'deki
Yahudi lobileri kızarsa günümüzü göreceğimiz ifade ediliyor.
"Velev ki kızmış olsunlar ne yapabilirler?" sorusunun ilk cevabı her nisanda yaşadığımız '
Ermeni tasarısı sendromu.' Demoklesin kılıcı gibi başımızın üstünde sallanıp duran soykırımı tanıma tasarısının bu sefer kanunlaşacağını ileri sürüyorlar. Geçen sene ortada ne
Gazze, ne Davos fırçası vardı, ama
Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu, hem de Yahudi üyelerin desteği ile tasarıyı gündeme taşıdı.
Amerikan hükümetinin kendi çıkarlarını düşünerek yaptığı son dakika hamlesi engellemese belki de şimdi tasarıdan değil, yasadan söz ediyor olacaktık. Bu korkunun anlamsızlığının diğer bir yönü de 50 eyaletten 40'ının benzer içerikte kararları kabul etmiş olması. Pek çok eyalette
ders kitaplarında soykırım iddiaları bir gerçek olarak yer alıyor. Bazı
Avrupa ülkelerinde soykırımı tanımamak suç haline gelmiş durumda. Biz hâlâ başımızı kuma gömmüş federal parlamentoda Yahudi lobilerinin kurtarıcılığına(!) sığınıyoruz. Olayın
psikolojik yönünü çoktan kaybettik, hukukî
yaptırım ihtimallerini ertelemekle avunuyoruz. Geçen yıl yaşadığımız tecrübeyi, yani yediğimiz kazığı da unutmuş görünüyoruz. 'Monşer' diplomasisinden büyük zararlar gördük. Risk almayan, alternatif üretmeyen, tavizler vererek sorunları ertelemeyi başarı sayan zihniyet için
deniz bitti.
Türkiye,
Ermenistan devletini muhatap alan son çıkışıyla sorunun köküne iniyor ve çözüm üretmeye çalışıyor.
'Davos'un
faturası ne olabilir?' sorusunun diğer cevabı daha ahlak dışı. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in "Fatura çıkar, siz farkına bile varamazsınız." sözünü '
darbe' olarak tevil edenler çıktı.
İsrail'e kafa tutan hükümetlerin ayakta kalamayacağını ihsas ediyorlar. Açıkça şunu demek istiyorlar: İsrail, 28
Şubat sürecinde
Türk Silahlı Kuvvetleri ile kurduğu yakın ilişkiyi kullanarak Türk hükümetine karşı bir hareketin oluşmasını sağlayabilir. Daha önceki askerî darbelerin uluslararası uzantılarına bakılırsa makul gelebilir. Ama o müdahalelerin
halk nezdinde kabulünü sağlayacak iç dinamiklerin de hazırlandığı unutulmamalı. Bu yollu imaların ve
Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğg. Metin Gürak'ın yaptığı "Milli menfaatler doğrultusunda hareket etmek esastır." açıklamasını istismar etmenin TSK'ya
hakaret olduğunu kayıtlara geçirelim. Türkiye'ye fatura çıkmasından neredeyse sevindirik olanlar da yok değil.
Hürriyet gazetesi, Türk diplomatlarının
Tel Aviv Havaalanı'nda iki saat bekletilmesini bu havada veriyor. Aynı saygısızlığı mesela
İran yapmış olsaydı, haber hangi üslupta olurdu, tahmin edebilirsiniz.
Bu konuda dikkate almaya değer tek sahici endişe
Musevi vatandaşlarımıza yönelik kışkırtmalar ve provokasyon ihtimali. 6-7
Eylül olaylarında olduğu gibi 'derin' operasyonlar yaşanmaması için tedbirli olmak mecburiyeti var.
Ergenekon Terör Örgütü soruşturmasının bu ihtimali büyük ölçüde zayıflattığını söyleyebiliriz, ama yine de dikkatli olmak zorundayız. Monşer zihniyetliler -bundan illa Dışişleri'ndeki bir kısım eski bürokratı anlamak gerekmiyor- çok önemli bir gaf yapıyor.
Hamas'ı
PKK terör örgütü ile bir tutuyorlar. Bu kıyasın öbür yanı Türkiye'yi İsrail'e benzetmektir. İsrail, başka bir milletin toprağını işgal eden bir devlet. Hamas'ın sivilleri
hedef alan saldırıları kesinlikle tasvip edilemez. Fakat ülkesini işgal eden İsrail ordusuna karşı yaptığı mücadele meşru direniş hakkıdır. Hamas ile PKK paralelliği İsrail-Türkiye paralelliği gibi bir saçmalığa yol açmaz mı?