Ergenekon Terör Örgütü yargılamalarının mekânı
Silivri sıkça
gündem konusu oluyor.
Cengiz Çandar'ın güzel benzetmesinde ifadesini bulan '
Cezaevinden hastaneye yatay geçiş' sebebiyle adından epeyce söz ettirdi, Silivri.
Cezaevi şartları da yeni bir
tartışma konusu. Dünkü Zaman'ın manşeti bu ortamda sağlıklı yargılamanın pek de mümkün olmadığını gösteriyor. Aynı gün
Saadet Partisi Ankara Büyükşehir Belediye
başkan adayı Veysel Candan'ın Silivri'yi Guantanamo'ya benzetmesi tam bir talihsizlik. Veysel Bey besbelli kendisine konuşma imkânı tanıyan televizyonun hoşuna gidecek bir şeyler söylemek istemiş. Herhalde kantarın topuzunu kaçırmış. Gerçekten samimi düşünceleri buysa tek kelimeyle 'vahim' diyebiliriz.
Veysel Candan, canlı yayında Hulki Cevizoğlu'na "Bugün 28
Şubat'ın
hesaplaşması yapılıyor. Amerika'nın Guantanamo'da yaptığını, AKP bugün Silivri'de yapıyor." demiş. En başta bu
soruşturma ve yargılamalar 28 Şubat rövanşı değil. Yanlış bilgiler yanlış yorumlara yol açıyor. Mesela
Ahmet Hakan dahil herkes Tuncer Kılınç'ı 28 Şubat döneminin Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri zannediyor. Oysa Kılınç o günlerde
korgeneral rütbesiyle
Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri. Ta 2001 yılında MGK Genel Sekreteri oluyor. Bu ve benzeri yanlış bilgiler üzerinden gerçeği yansıtmayan yorumlar yapılıyor. 28 Şubat'tan hesap sorulmalıdır ama bu soruşturma onu kapsamamaktadır. Ayrıca dediği doğru bile olsa bundan en son rahatsızlık izhar edecek kişi, 28 Şubat'ta partisi kapatılan, lideri
hapis cezasına çarptırılan Veysel Candan olmalıdır. Hadi bunu sürçülisan kabul edelim, ama Silivri'yi Guantanamo'ya benzetmek gerçekten talihsiz bir beyan.
Neyse asıl konumuza geçelim. Silivri'deki barınma ve yargılama ortamının çarpıklığına birileri dur demeli. Sanıklar, başta gizli-açık tanıklar olmak üzere
mahkeme heyeti ve savcılar üzerinde
psikolojik baskı kurmaya çalışıyor. Aşağılayıcı tavırlarıyla savcıların dengelerini bozmayı hedefliyorlar. Savcılar mahkeme heyetinden defalarca bunun engellenmesini talep etti. Yetmedi, suç duyurusunda bulundular. Mahkemede herkesin gözü önünde savcılara bunu yapanların koğuşlarda nasıl bir
terör estirdiklerini düşünmek bile istemiyorum. En çarpıcı örneği mahkemede Ümit Sayın anlatmıştı. Savcıları karalayan dilekçe yazılması için sanıklara baskı yapıldığını anlatan Sayın,
tutuklulardan Hayrettin Ertekin'le Vedat Yenerer'in
Emin Gürses'e saldırdığını ve yüzüne
tekme attıklarını kayıtlara geçirmişti. Başka hiçbir örneğe ve hukuki gerekçeye sığınma ihtiyacı duyulmadan cezaevinde
tedbir alınması gerekirdi.
Sanıkların birçoğunun fotokopiyle çoğaltılmış gibi aynı
savunmaları yapmaları tesadüf olamaz. Yine dikkat
çekici bir durum, itiraflarda bulunacağını deklare eden sanıkların bile zaman içinde pişman olup fotokopi savunmalara dönmeleri. Mesela Hüseyin Görüm,
Muzaffer Tekin'in ifadesi sırasında kendisine mahkeme heyeti önünde sorular sorup 'zamanı geldiğinde bütün gerçekleri açıklayacağını' dile getirmişti. Uzun süre mahkemelere katılmayan Görüm, savunma sırası geldiğinde o gün söylediklerini unutup bambaşka bir ifade verdi. Savcıların hatırlatmalarını ise duymazdan geldi.
İlgili kanunun, "Tutuklular, maddî olanaklar elverdiğince suç türlerine ve taşıdıkları güvenlik riskine göre ayrı odalarda barındırılırlar. Aralarında husumet bulunanlar ile iştirak hâlinde suç işlemiş olanlar aynı odalarda barındırılmazlar ve birbirleri ile temas etmelerini engelleyecek tedbirler alınır." diye açık emrine rağmen Silivri'de bu sağlanmıyor. Sonuç ortada.
Adalet Bakanlığı ve mahkeme gerekli tedbirleri almazsa yargılamanın sağlıklı sonuçlara ulaşması mümkün olmayacak.
NOT: Veysel Candan, televizyon konuşmasıyla ilgili olarak dün
akşam yazılı bir açıklama yaptı. 28 Şubat'ın en büyük mağdurunun partisi olduğunu belirtirken, Ergenekon soruşturmasının, sonuna kadar sürdürülmesini istedi. Ancak insanların
iddianame hazırlanmadan aylarca tutuklu kalmasının, gündüz vakti bulunabilecek kişilerin gece yarısı gözaltına alınmasının doğru olmadığını savundu. Açıklamada, 'Guantanamo benzetmesi' konusuna ise yer verilmedi.