Herkes suspus olmuşken nasıl büyüyor, diye sormayın. Zaten onun için büyüyor.
Asker cephesinin suskunluğu bir nebze anlaşılabilir. İkrarı gösteren bir sükut olarak da yorumlanabilir.
Askerimiz henüz yaptığı bir hatadan dolayı özür dileyecek olgunlukta değil. Çıkıp 'bir hatadır oldu' demelerini beklemiyorum. Bu saatten sonra söyleyecekleri şeyler, oynama bilmeyen gelinin mazeretlerinden öte anlam taşımayacak. Ya yenim dardı, diyecekler veya yerim. Sevgili dostum Cihan Genel Müdürü
Abdülhamit Bilici boş yere bekliyor, hâlâ bir ses çıkmadı diye yazıp duruyor. Ben, inandırıcı olmayacak mazeretler söyleyeceklerine mahcup bir sessizliğini
tercih ediyorum. Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in İLKSAN skandalından sonra siyasete kattığı sözlerden olan 'Verdimse ben verdim.' türü kabahatten büyük özürler bile duyabilirdik.
Asıl sorun yapmamız gereken, basın kuruluşlarının ve meslek örgütlerinin sessizliği. Asıl bu sessizlik ürkütücü. Ve bu suskunluğa rağmen askerin 'ne olmuş yani' anlamına gelecek çıkışlar yapmaması anormal.
Basının tavırsızlığından cesaret alarak 'yerimiz dardı' geçiştirmesi de yapmadılar. Zira
halk inanmasa da bu açıklamaya balıklama atlamaya hazır bir grup gazeteci var. Kendi medya grubunun ayağına kıymık batsa yeri göğü inleten, 'öteki' medya için
yasak savmak kabilinden dahi dudağını kımıldatmayan Basın Konseyi'ne sahibiz. İsminin önünde 'çağdaş' tanımlaması olup, tepki vereceği konuları çağ dışı kriterlere göre seçen gazeteciler derneği de bizde. Olaya haber değeri atfetmeyip görmezden gelen gazeteler ve televizyonlar mevcut. Birkaçı hariç
kalem erbabından da tek kelime eden yok. Öyle ki
Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç'in kısa açıklaması mesleğin şeref madalyası haline geldi. Gerçi bildiriye dönüşmemesi ve fiili bir karşılığı olmaması eleştirilebilir, lakin neyse...
İstanbul dükalığına
dayanışma dersi veren
Anadolu medyasını takdir etmeyi unutmayalım. Ötesi, böyle başa böyle tıraş...
Halk demişken aklıma geldi. Cihan muhabiriyle BBP Genel Başkanı rahmetli
Muhsin Yazıcıoğlu arasında çok fark yok aslında. Hatta bir anlamda Yazıcıoğlu daha tehlikeli(!) bulunabilir. Çünkü muhabir Lütfi Aykurt
genç bir gazeteci, Yazıcıoğlu ise hücrelerde pişmiş bir lider. Muhabiri dağ başında bırakan zihniyetin, Yazıcıoğlu'nu samimi şekilde arayıp aramadığı sorgulanmaya başlarsa asıl
kıyamet o zaman kopar. Yukarıda biraz işi latifeye vurduk ama çok gırgır kaldıracak bir konu değil.
Genelkurmay Başkanlığı ölümüne
akreditasyon olayı üzerine ciddiyetle gidip kamu vicdanını tatmin edecek izahat yapmak zorunda. Birçok meselede 'kol kırılır yen içinde kalır' sığlığını aşan asker, konunun insanî boyutunu da dikkate alarak soruşturmalı. Burada kaybedilecek krediyi telafi edebilecek halkla ilişkiler cinliği henüz
icat edilmedi. Samimi bir özeleştiri ve gereğini yerine getirme dışında kurtuluş görünmüyor. Şimdiye kadarki gecikme de ancak böyle anlaşılır hale getirilir. Yanlış ve büyük çoğunluğu şahsî uygulamalarla halktan uzaklaşan
Türk Silahlı Kuvvetleri için de önemli fırsata dönüşebilir. Bundan sonraki şahsî hataların kuruma mal edilmesinin önüne geçilir. İnsanlar,
doğal olarak nutuklardan çok icraatlara bakıyor.