29
Mayıs Cuma günü kahvaltı esnasında, yer darlığından buzdolabının üstüne kondurduğumuz televizyonda hızlı zaplama turları atarken gözüm, stüdyoda mevzilenmiş
Mehter takımına ilişince, "Dur bakalım ne olacak!" merakıyla seyre başladım.
Televizyonların sabah programları bir âlem; daha evvel pek farkında değildim, kendimi tekaüde sevk edince ucundan-kenarından birazcık muttali oldum ki vaziyet vahimdir! Televizyoncular, "Ne etmeli de sabahın köründe elâlemi
ekran başına çekmeliyiz?" düşüncesinin teşkil ettiği maden damarını, son raddeye kadar kazımaya karar vermişler. Hedef kitle ise ev hanımları. Gece yarısı programlarında ise
hedef kitlenin profili değişiveriyor: Yemeği fazla kaçırdığı için, ertesi gün ödemesi gereken çeklerin karşılığını nereden denkleştireceğini iyi hesaplayamadığı için uyku tutmayan erkekler baş sırada. Siz buna, ertesi gün işe gitme mecburiyeti olmadığı için sabahlara kadar
tartışma programı seyretmekten vahşi bir haz, entelektüel bir çeşni lezzeti alan orta yaş üstü erkekleri de ilave ediniz...
Konuyu değiştirmeyelim; Mehter takımına şöyle bir baktım, moralim bozuldu, canım sıkıldı.
Sebebini izah edeyim: Efendim mehter dediğiniz, mânâ itibariyle dünün
orkestrası mânâsına gelse de, bugün mehter denilince akla, "esnaf veya
düğün mehteri" değil, düpedüz askerî bando veya orkestra geliyor.
Osmanlılar mehterân bölüklerini, nâzenin Osmanlı
paşaları tatbikat çayırında
akşam çayı içerken hafif eserler terennüm etsin diye kurmamışlar; bilakis "
Savaş müziği icra etsin, düşmanın ödünü yarsın; dostlara cesaret ve kuvvet, düşmana dehşet salsın!" diye düşünmüşler.
A! Stüdyodaki mehter mensuplarına bakıyorum: Tanzimat devrinden sonra zuhur eden çıtkırıldım
bürokrasi sınıfının orta kademesine mensup "Kâtibim" kılıklı ve edâlı insanlar. Düşmana dehşet vermek bir yana, "Yahu bu Osmanlı askerleri ne kadar halim-selim ve yumuşak huylu, çelebi mizaçlı insanlardır; bakınız bize eğlenelim diye ekistıradan mesarif edip orkestra bile yollamışlar; hay
Allah razı olsun!" dedirtecek mıy mıy bir hey'et. Başlarında birer
taklit Bâbıâli kavuğu, omuzlarında yerlere kadar sürünen uzun, kenarları fırfırlı maşlahlar. Bıyıklar ince ve mevzun; bakışlar fazla dostâne, hattâ, "Buradaki işimizi bir an evvel bitirsek de, öteki ekstraya da yetişsek!" makamında yılgın ve yorgun...
Bu adamın eline bir de trombon tutuşturuyorsunuz...
Evet, birkaç tane "muharip" kılığında enine-boyuna, sert bakışlı, bıyığı bükülmez cinsten babayiğit delikanlı da yok değil fakat gözlerini sabit ve muhayyel bir noktaya dikerek kımıldamadan duran ve elinde tuttuğu sancağı kesinlikle titretmeyen bu çocuklar, mehter orkestrasının başına bir hal gelmesin diye özel güvenlik şirketinden kiralanmış korumalar gibi duruyorlar. Müzikle alâkaları yok!
Eğer mehteran bölüğü hakikaten böyle idiyse, vaktiyle reformcu padişahımız II. Mahmut hazretlerinin, bunları niçin gözünün yaşına bakmadan lağvedip de yerine Donizetti Paşa riyâsetinde askerî mızıka kurdurduğu daha iyi anlaşılıyor.
(Bu arada "mehter" ile "mızıka" kelimeleri arasındaki tını farkına dikkatinizi çekmiş olayım!)
Zira eğer lağvedilmeden önce mehter bölükleri bu şekle bürünmüş idiyse, bunların düşmandan ziyade bizim askerlerin moralini perme-perişan ettikleri açıktır, tartışılmaz. Böylece son iki asırdan beri Osmanlı ordularının küffâr önünde niçin yılgınlığa düşüp düşmandan yüzgeri ettiklerini de izah edebiliriz.
Bakınız şu anda aklıma geldi; bu nokta-i nazar, Batılılaşma tarihimizi izah bakımından son derece yeni ve câzip bir teoridir ki bilâ-bedel bilim dünyasına armağan ediyorum.
Stüdyodaki müzisyen arkadaşların bu işte bir taksiri yok elbette; lütfen onlar üzerlerine alınmasınlar fakat mehteri bu şekle koyanların pişkinlik göstermesine izin verecek değiliz. Yanlış yapıyorlar.
Değerli arkadaşlar; ille de mehter bölüğü veya takımı kuracak iseniz, bu orkestranın bir savaş enstrümanı, esasında muharip bir birlik olduğunu unutmayacaksınız.
Mehter Musîkisi, -tâbir mâzur görülsün- cengâver,
saldırgan, rahatsız edici, dehşet verici, yüksek volümlü bir musîkidir; bu da demek oluyor ki, kesinlikle minyatürize edilemez. On kös yerine bir ramazan davulu, elli zurna yerine iki trombon veya trompet, iki yüz zil yerine birkaç tane çıngırak koyulduğunda bu tesiri elde edemezsiniz.
Ya tam yapacaksınız, ya hiç!
Bu bölüğün mensupları, evvela savaşçı oldukları için neredeyse kolalı
gömlek kuşanarak püsküllü, kalıplı fesle icra-yı sanat etmek yerine bir savaşçı nasıl telebbüs ederse öyle giyinecekler;
müziklerini de o eda ile yapacaklar.
Bu müzik, meydan müziği beyler; "meydan sazları" ile icra olunacak. İcraya başlayınca da on kilometrelik yerdeki "düşmen-i din"in yürek yağlarını cızır cızır eritmiyorsa o işi bırakacaksınız; "Tarihî ve askeri caz-band" diye yeni bir akım başlatabilirsiniz fakat muhter musikisi değil.
Tabii, evvela o azîm velveleyi zihnen tahayyül edebilmek lâzım!
Gelelim işin repertuvar faslına!
Bugünün mehter musîkisi, "Ceddin deden"le başlayan, "Gafil ne bilir"le devam eden ve "Tarihi çevir, nal sesi..." ile biten daracık bir repertuvara sıkışmıştır. Buna
Yıldırım Gürses'in o çok güzel
Fetih Marşı'nı da ilave ederseniz, sadece bir hane çalınan tarihi peşrevlerle birlikte liste en kabadayısından sekize-ona çıkar; daha fazla değil.
Bugün askerî musîki nâmına mevcut bulunan bütün eserler, II. Mahmud'un Garplılaştırma operasyonundan sonra Donizetti Paşa'nın sevk ü idaresinde şekillenen Batı tarzında marşlardan ve terennümlerden ibarettir. Neredeyse her makamında bir Mevlevî Ayini bestelenmiş, muhteşem bir musiki birikiminin, askerî sahada niçin bu kadar az ve basit eserle yetindiğini sonra kimselere anlatamayız; gülerler. Nedir o öyle, "Ceddin deden, neslin baban..." yahu?
Zaten bu eserler de mehter lağvedildikten sonra, XX. yüzyılın ilk çeyreğinde güç-belâ hatırlanabilmiş parçalardır; bunların hakikaten cenk meydanlarında çalınıp icra edildiği de
şüpheli... Vaktiyle mehter bölüklerinin hangi eserleri çalıp icra ettiklerini de pek bilmiyoruz.
Olsun!
Yarışma açar, yeni besteler yaptırırsınız; uzmanları davet eder, "Mehter bölüğü kıyafetiyle, yürüyüş nizamıyla, aksesuarı ile, musikisi ve repertuvarı ile nedir ve nasıl olmalıdır?" meselesi hakkında ilmî ve sahici bir fikir edinirsiniz. Bu esnada, memleket çapında yürütülmekte olan bilumum mehter faaliyetlerini durdurur, sağda-solda üç beş heveslinin, hamiyet-i milliye ve gayret-i diniyye sevkiyle tarihî mehter kavramını ele-güne rezil-rüsvâ etmesine engel olursunuz!
Ya doğru-dürüst bir mehterimiz olur veya hiç olmaz! Hiç olmaması, bana göre bu görüntüsünden efdal ve müreccahtır.