Neriman
Altındağ Tüfekçi hanımefendi 4
Şubat 2009 Salı günü
vefat etti. Sevenlerinin ve yakınlarının acısını paylaşıyor, merhûmeye rahmet diliyorum.
Söz birliği etmiş gibi vefat haberini duyuran gazeteler, "
Türkülerin Anası" tâbirini bölüştüler. Her
sanatçıya buna benzer bir lakap takmayı pek seven basınımız Neriman Hanım'a bu ünvanı bahşederken isâbet etmiştir çünkü o Türk Halk Musikisi'nin ilk kadın solisti, daha başka bir ifadeyle "ilk türkücü hanım sanatçı"dır. Çoğumuz, daha evvelce musikide
halk-klasik ayrımı yapılmadığını bilmez; bizlere şu anda pek tabii görünen bu tefrika
Cumhuriyet devri kültür siyasetinin garip icatlarından biridir.
O faslı geçeceğiz mecburen; uzun hikâyedir.
Neriman Hanım 1926 doğumlu. Benim için Türk Musikisinin en büyük kadın icracısı ve yorumcusu Perihan Altındağ Sözeri'nin
küçük kardeşi. Nişantaşı Kız Lisesi'ni bitirdiği 1942'de
Ankara Radyosu imtihanlarını kazanıp yarım asrı deviren pırıltılı bir sanat kariyerine başlıyor. O yıllarda Halk Musikisi denilince akla gelen ilk birkaç isimden birisi
Muzaffer Sarısözen'dir ve Sarısözen "Yurttan Sesler Korosu"nun şefidir. Neriman Hanım 1949'da bu
koronun şef yardımcılığına atanıyor ve bizi ucundan, kısmen ilgilendiren hikâye böyle başlıyor.
Neriman Hanım, nasıl "gelinimiz" olmuştu?
Neriman Hanım Türkülerin Anası ise, Muzaffer Bey'e sadece Türkülerin Babası demek yetişmez. Sırf türkü derlemek için yaptığı memleket gezileri, tuttuğu kayıtlar, çektiği fotoğraflar, tasnif çalışmaları, notasyon, koro teşkili gibi faaliyetler, musiki tarihimizde hep "ilkler" cümlesindendir. Dinlediğiniz her iki türküden birinde hilâfsız Muzaffer Bey'in emeği, dikkati ve alınteri vardır.
Öyle bir adam; bir yaşayan efsâne.
Övünmek gibi oluyor fakat aynı zamanda onunla "hemşehri" olmakla hakikaten iftihar ettiğim az sayıdaki
Sivaslı'dan biri; artık dinozorlar gibi nesli tükenmiş bir "
yerli Sivaslı".
Uzatmayalım; Ankara radyosundaki müşterek
mesai esnasında elbette tanışıyorlar, görüşüyorlar ve neticede Neriman Hanım'la Muzaffer Bey, 1951 senesinde hayatlarını birleştirmeye karar veriyorlar. O tarihte Muzaffer Bey 52, Neriman Hanım 25 yaşındadır.
Bu evliliğin tek meyvesi Memil Sarısözen'dir.
Birkaç yıl sonra, muhtemelen 55-56 yıllarında Neriman Hanım'la, radyonun
genç ve yakışıklı sanatçılarından rahmetli Nida Tüfekçi arasında bir alâka başlayınca, hayatının sonbaharıyla ilkbaharını beraber yaşamaya karar vermiş bu iki insan ayrılıyorlar. Neriman Hanım, Nidâ Bey'le evleniyor ve bu evlilikten 1958'de Gamze isimli bir
kız çocuğu doğuyor.
Muzaffer Bey, artık bu vakitsiz ayrılığın tesiriyle midir, yoksa "El mukadder lâ'yü gayyer" hükmünün iktizâsı mıdır bilinmez; 1962'de rahatsızlanır ve ertesi yıl Ankara Hastanesi'nde vefat eder.
Neriman Hanım'ın hiç tanımadığı yüzlerce görümcesi vardı
"Nikâh helâl, talâk da helâl;
ölüm ise
Allah'ın emri" diyeceksiniz fakat rahmetli annem ne zaman bu konu açılsa Neriman Hanım'a anlayış göstermedi; ağabeyini esirgeyen bir "görümce" edâsıyla "
Arslan gibi adamı toprağa düşürdü" diye somurttu. Ona göre Muzaffer Bey, Neriman Hanım'dan gördüğü -nasıl denir?- vefasızlığı bir türlü içine sindiremiyip dert edinmiş, o dert ise sonunda mevtine sebep olmuştu.
Annemin bu meseleye yaklaşımı elbette ziyâdesiyle hissî idi; o kuşağın Sivaslılarına göre Muzaffer Bey memleketin yetiştirdiği nâdir ve güzide adamlardan biriydi; memleketin medâr-ı iftiharı. Neriman Hanım ise, Muzaffer Bey'in hem
Türkiye, hem Sivas çerçevesinde kazandığı itibar ve sevgiden ötürü bir mânâda bütün Sivaslılar'ın gelini hukukunda.
Fevkalâde güzel, câzip, üstelik yüksek kalitede sanatkâr, bülbül sesli bir gelin. Böyle bir gelini Sivaslılar elbette sevip bağırlarına basacak, hiç akrabalık, tanışıklık olmasa bile uzaktan uzağa seveceklerdi.
Muzaffer Bey'le Neriman Hanım henüz tâze evli iken
baba ocağına ziyarete gelmişler. Mevsim yaz. O yıllarda Sivaslıların çadır kurup en az bir ay
kamp hayatı yaşadıkları üç mesire yeri var; Sıcak Çermik, Soğuk Çermik ve Paşa Fabrikası; eski Sivaslıların hâlâ o galât-ı meşhura ittibâen "Pavlike" dedikleri yer. Annemin anlattığına göre "Saçlıların" Muzaffer Bey ve Neriman Hanım'la Pavlike'de çadır komşuluğu etmişler. Pavlike dediğiniz avuç içi kadar yer. Annemin bu meselede kendini taraf hissedip Neriman Hanım'a uzaktan uzağa içlenmesinde böyle bir unsur daha mevcut bulunuyor.
...
Bunlar, artık sözü edilmemesi gereken meseleler elbette; üstelik Neriman Hanım'ın "büyük sanatkâr" yanına da kesinlikle gölge düşüremez. Ankara'nın doğusundaki en önemli
müzik arşivcilerinden sevgili ağabeyim Rıfat Kaya'nın naklettiğine göre rahmetli Neriman Hanım, işini ve sanatını olağanüstü derecede dikkat ve ihtimamla sahiplenir ve bıkıp usanmadan temrin yapmaktan kaçınmazmış: Urfalı
Hamza Şenses'a ait "Kışlalar doldu bugün / Doldu boşaldı bugün" diye başlayan uzun havayı okumadan önce haftalar, aylar boyunca Urfalı Hamza'nın plağını dinleyerek yöre ağzını beynine nakşetmeye çalıştıktan sonra bir okumuş ama pir okumuş; nitekim, o uzun havayı o tarihten sonra hiç kimse Neriman Hanım gibi okuyamamıştır.
Rıfat Ağabey bu; sonra erinip-üşenmeden arşivinin dehlizleri arasından işte o plağın orijinal nüshasını bulur, kurmalı gramofona itina ile yerleştirir. İğne, cızırtıyla geçen birkaç boş turdan sonra o harikulade sesi ve icrâyı gökkubbemize dağıtır.
Ardından "Karlı dağlar karanlığın bastı mı" gelir, onu "Kayalar kayalar, yüksek kayalar" takib eder; derken, "Gene bugün yaralandım", "Seherde ağlayan bülbül", "Her sabah her seher gelir geçersin"
...
Geldiler ve geçtiler; Allah rahmet etsin!