Başındaki eşarbın üstüne çektiği kara Kuvayı Milliye kalpağıyla farkedilmeyecek gibi değildi doğrusu.İkinci rastlaşmamız, bir hafta kadar önce yine Çemberlitaş'taki Birlik Vakfı'nın avlusunda oldu.
Sivaslılar Vakfı'nın düzenlediği faaliyete katılmak için bir hafta önce Prof. Dr. Mehmet Genç ve Doç. Dr.
Emin Işık'la birlikte avludaki gölgelikte nefeslenirken çok geçmedi, tanıyanlarının ifadesiyle "Mücahide Fatma Abla" sohbet halkasına -biraz da cebren!- dahil oluverdi. Fatma Abla'yı benden daha iyi tanıdığı muhakkak olan bir kısım ahbabın, "Aman Fatma hanım, şu anda başka bir şeyden bahsediyoruz, biraz lutfetsen..." tarzlı imâlı ricâ ve kaş-göz işaretlerine aldırmadan meseleye girdi. "'Mesele", hep o bildiğimiz meseleydi;
Türkiye nasıl kurtulur? Fatma Ragıbe Kanıkuru'nun, işlerin nasıl düzeleceği hakkında hayli etraflı ve esaslı fikirleri vardı ve bu fikirlerini en başta milliyetçi, sağcı ve muhafazakâr kuruluşlar olmak üzere Beyazıt'la
Sultanahmet arasındaki
kahve ve
derneklerde görünen hemen herkese yıllardan beri anlatmaktan bir türlü usanmamıştı. Fikirlerini üşenmeyip kaleme alıyor, fotokopi yaptırıp
dosyalar halinde bütün
siyasetçi ve gazetecilere takdim ediyor, dinlemek isteyenlere ise -aynen o gün Birlik Vakfı'nın avlusunda oturmakta olan bizler gibi- sesli olarak bizzat takdim ediyordu. Ara sıra takıldığı olmuyor değildi ama hemen gözlerini yumarak ezberinde başa dönüyor, kaldığı yere kadar olan kısmı bir nefeste tekrarlayarak sözlerine devam ediyordu.
Sitem doluydu Fatma Abla; yıllardan beri kendi çapında dâvâya
hizmet ettiği halde, milliyetçi, sağcı, muhafazakâr camiadan yeterli ilgi ve desteği görememekten yakınıyordu. Kendi ifadesine göre beş kere
İstanbul Belediye Başkanlığı için bağımsız
aday olmuş, çalışmış çabalamıştı. Milletvekilliği
seçimlerine de katılmış fakat maddi imkânlarının yetersizliği sebebiyle başarılı olamamıştı. Özellikle köşe yazarlarından şikayetçiydi; meselâ
merhum Ahmet Kabaklı Hoca'ya gayet etraflı bir dosya halinde fikirlerini yazılı olarak takdim ettiği halde Kabaklı Hoca, -nedense!- bu fikirlerden istifade etmemişti.
İstanbul'un acemisinden sayıldığım için, Mücahide Fatma Abla hakkında belki bilgi edinirim düşüncesiyle şöyle bir internet taramasına giriştim. A! Galiba Fatma Abla'nın hafızası onu yanıltıyordu çünkü iki
köşe yazarı Fatma Abla'dan bahseden hayli etraflı yazılar kaleme almışlardı.
Arslan Bulut'un ifadesine göre Fatma Abla'nın o meşhur dosyalarından biri
Ergenekon sanığı bir avukatın evrakı arasından çıkınca, ismi o meşhur davaya da karışıvermemiş miydi?
Gazeteci Arslan Bulut, Fatma Abla'nın seçim bildirgesinden bazı alıntılar yapmış, beraber okuyalım: "Felâkete uğrayıp, sokakta yatıp kalkan insanlar için insan barınağı yaptıracağım. Hiç kimse aç ve çıplak kalmayacak ...Tinerci, balici çocukları,
gençleri
tedavi ettirip meslek sahibi yaptıracağım. Homoseksüel, travesti, transseksüel erkekleri
hormon ile tedavi ettirip, meslek sahibi yaptıracağım. Zinayı, fuhuşu önlemek için evlendirme vakfı kuracağım, bekârları, sakatları, dulları evlendireceğim. Çoğunlukçu ve azınlıkçı
demokrasiye karşıyım, ben İstanbul'a her mesleki grubun meclisini kurarak katılımcı demokrasi getireceğim."
*
Fatma Abla'nın hakkını teslim eden ikinci gazeteci-yazar, sevgili dostum
Mehmet Şeker. Bakınız, Mücahide Fatma Abla'yı nasıl güzel anlatıyor:
"İstanbul'un renkli simalarından Fatma Ragıbe Kanıkuru, her seçimde aday olurdu. Mevcut partilerin hiçbirini beğenmediği için, "bağımsız" girerdi. Kendi kampanyasını kendi kafasına göre yürütür, propagandasını tek başına yapardı. Elinde çantası, torbaları, fotokopileri... Kolunda "görevli" bandı, başında
siyah kalpak ve göğsünde ay-yıldızla açık çarşı Kapalı
Çarşı demeden dolaşır, vatandaşlardan oy isterdi. Belediye başkanlığı seçimi olsun, milletvekilliği seçimi olsun, yıllardan beri yılmadan girdi seçimlere. Az çok oy da alırdı. "Kuvvacı Fatma" namıyla meşhur müzmin adayımız bu seçimde aday olamadı. Sebep,
adaylık için yatırması gereken meblağı, sağlık harcamalarında kullanması. Geçenlerde kalabalık bir gruba nutuk verirken, elindeki belgeleri konuşturdu. Hastaneden aldığı resmi
rapor, vak'anın "zehirlenme" olduğunu ortaya koymaktaydı. Altında profesörlerin imzası. Muhtemelen siyasi rakiplerinin parmağı vardı bu işte.
Nutuk bittikten sonra bir sandalyeye ilişti. Kalabalık grubun kendi aralarındaki konuşmaları devam ededursun, Kuvva-yı Milliyeci Fatma, bir arkadaşı kolundan çekiştirmekteydi. "Sana bir şey soracağım" diyordu. Sonunda kenara çekildiler ve şu soruyu fısıldadı: - Seçimde kime rey vereceğiz? Arkadaşımız bu soruyla büyük bir şaşkınlığın içine düştü. - Yapma be Fatma! Bir siyaset dehası olarak sen de bu soruyu sorarsan, vay halimize!.. Asıl, biz sana danışacağız.
*
Devleti sırtında taşıdığı halde bu gerçeği kimsenin bilmediğini savunan, yaptıklarını yapacaklarının teminatı olarak gösteren, kendini tamamen ulvi hislerle ve meccânî, yani parasız şekilde milletin hizmetine adayarak tek kişilik ordu gibi yıllardan beri çalışan ve dâvâyı savunan Mücahide Fatma Abla'yı etkisiz hale getirmek için zehirlemeye kalkışan
yabancı ajanları ve gizli istihbarat servislerini ne kadar kınasak yeridir fakat onun fikirlerini yıllardan beri dinleyip durdukları halde bir şey yapmayan sağcı, milliyetçi, muhafazakâr dernek ve
vakıf mensuplarını sadece kınamakla yetinemeyiz.
Şüphesiz ki, dostun gülü, düşmanın taşından, hatta siteminden daha acı ve zehirleyicidir. Nitekim bu fikrime, aynı sohbette bulunmaktan şeref duyduğum Mehmet Genç, Emin Işık hocalarımın ve başlarında Sivaslılar Eğitim,
Kültür ve
Dayanışma Vakfı başkanı sevgili dostum
Muhsin Kaya olmak üzere aziz hemşehrilerimin gönülden katılacaklarına eminim.
Sevgili Mücahide Fatma Ragıbe Kanıkuru ablamız; senin kıymetini ve mücadeleni takdir etmemek nankörlük olur; keşke o şekvâ ettiğin camiâdaki herkes, en az senin kadar hasbî ve samimi olabileydi!