İshak Alaton'un, Boğaz'ı mükemmel bir açıdan gören Ortaköy'deki ofisinde öğle yemeği için buluşmuştuk. Bahçesinde yetiştirdiği kabaktan yapılan yemeğin yanında, Norveç'ten getirerek ticaretini yaptığı somon balığı
servis edilirken, masadakiler de birbiriyle tanışıyordu.
Zaman'da çalıştığımı öğrenen
yabancı misafir, 'hükümete yakın olduğumuzu' ima ederek söze başlayınca, Alaton hemen müdahale etti. Önce bunun önyargı olduğunu söyledi, sonra da, "Kim bilir belki de
AK Parti hükümeti bize daha yakındır." dedi ve gülerek gerekçesini açıkladı: "Dış dünyada bazıları, Erdoğan'ı gizli bir İslami ajandaya sahip olmakla suçluyor. Birileri de kitap yazmış, onun gizli
Yahudi olduğunu iddia ediyor. Eğer bu iddia doğru ise Erdoğan bize daha yakın demektir."
Bahsettiğim bu toplantı, özellikle
Amerika ve Avrupa'da AK Parti iktidarını 'şeriatçı' gibi lanse ederek kendi karanlık planlarına onay almaya uğraşan çevrelerin en yoğun
mesai yaptığı döneme rastlıyordu. Yahudi cemaatine mensup bir
işadamı olarak Alaton'un bu yöndeki ithamlarla adeta dalga geçmesi ve demokratik sürece verdiği
destek bazılarının oyunlarını bozmakla kalmıyordu.
Cumhuriyet mitingleri ve "Laiklik elden gidiyor,
Türkiye İslamlaşıyor" sloganları yüzünden Batı'da kafası karışan çevreler üzerinde de ciddi etki gösteriyordu.
Son günlerde yine Türkiye üzerinde bir
propaganda savaşı yaşanıyor. Bu kez ana tema, Gazze'de yaşanan trajediye Türk
toplumunun ve hükümetinin verdiği tepkiden hareketle, Türkiye'nin Batı karşıtı, Yahudi düşmanı gibi gösterilmek istenmesi.
Münferit vakalar abartılarak ve Davos'ta Erdoğan'ın ortaya koyduğu tepki ile birleştirilerek, Türkiye'nin yabancılar ve özellikle Yahudiler için çok tehlikeli bir yer haline geldiği imajı verilmek isteniyor. Bu kampanyanın içinde
Washington'daki bazı Yahudi örgütleri olduğu gibi, bu havayı fırsata dönüştürmek isteyen müzmin AK Parti muhalifi Türkler de var.
Birinciler, Türkiye'nin İsrail'e ve Yahudilere cephe alarak soykırım gibi kritik konularda artık
Musevi lobisinin desteğini alamayacağını söylüyor. Türkiye'deki Yahudi toplumunun tehdit altında olduğunu ileri sürüyorlar. İkinciler ise Türk toplumunun ve hükümetin tepkisini, şimdiye kadar ileri sürdükleri "AK Parti'nin aslında şeriatçı olduğu" tezlerinin doğrulanması olarak lanse ediyorlar.
MHP milletvekili Mithat Melen'in Washington temaslarından edindiği izlenim bu açıdan dikkat
çekici. Melen, Yahudi lobilerinin Davos'tan çok iyi istifade ettiğini söylüyor ve ekliyor: "Birdenbire Türkiye'deki Yahudiler üzerinde
baskı var, demeye başladılar. Oysa benim İstanbul'da çok Yahudi arkadaşım var. Hiçbiri böyle bir baskıdan bahsetmiyor. Yahudi lobisi bu işi abartarak lehine çevirmek istiyor. (
Soykırım konusunda) Artık bize
yardım etmeme fikrindeler. Size karşı çıkmayız ama yardım da etmeyiz diyorlar." (16
Şubat, Akşam)
Oluşturulmak istenen bu tablo karşısında sesini yükselten yine Alaton oldu.
New York Times'a konuşan Alaton, Yahudi olduğu için hiçbir zaman dışlanmış hissetmediğini söyledi. AK Parti iktidarının İslami rejim getireceği iddialarına karşı çıkarak, Türkiye'nin çok açık bir toplum olduğunu ifade etti. Türkiye'nin
Rusya gibi, bir gecede demokratik kurumları inşa etmediğini, bu değerlerin zamanla yerleştiğini hatırlattı. Ve çok önemli bir noktaya dikkat çekti: "Bu tezi korkuluk olarak kullanıyorlar. Tarihimiz korkuluklarla dolu." Azınlıkları
hedef alan Varlık Vergisi yüzünden
küçük yaşta ailesinin yaşadığı üzücü hadiseleri anlatan Alaton, ancak bu olayların bazılarının özlem duyduğu tek parti döneminde yaşandığını vurguladı.
Bu cesur çıkışı için Alaton'u
tebrik ederken, bir de özür borcumu ifade etmek istiyorum.
Cihan Haber Ajansı olarak New York Times'a verdiği röportajı haberleştirirken küçük bir tercüme hatası yapmışız. Alaton'un 1 yıl uğraştıktan sonra Yahudi cemaatini ikna ederek
Marmara İlahiyat'ta Yahudilik dersinin bir haham tarafından verilmesi projesinin sanki iptal edildiğini yazmışız. Halbuki proje yürüyor. Dekan Prof. Raşit Küçük'e sorup, dersi bizzat Hahambaşı İshak Haleva'nın verdiğini de öğrendik. Hem düzeltmeyi hem de bu bilgiyi abonelerimize geçtik. Gerektiğinde kalabalıklara ve peşin hükümlere karşı çıkabilen insanları, üzmek değil cesaretlendirmek isteriz.