Çankaya köşkünün türbansız, Şener Eruygur’un müstakbel devlet başkanı, Güniz Sokak’ın
siyasetteki yeni arayışlar için hâlâ ilk adres olduğu yıllardı.
Her tepeye bir dev
bayrak asılıyor,
Hürriyet gazetesi en güzel bayrak direğini seçiyor, Rauf
Denktaş Kurtlar Vadisi’nden ulusa sesleniyor, bir kanalda Nihat Genç ağlarken, öteki kanalda
Yalçın Küçük kükrüyordu. Bestseller listelerinde Hitler’in Kavgam’ı, Soner Yalçın’ın Efendi’si ve Metal Fırtına kapışırken,
Emin Çölaşan, Mustafa
Balbay NTV’de program yapıyor, Genç Subaylar’ın rahatsızlığı ise bir türlü geçmiyordu.
Kıbrıs’ın elden gitmesine, Patrikhane’nin
Vatikan olmasına, GAP bölgesinde Büyük
İsrail kurulmasına, merakla beklenen Şeriat’ın sonunda gelmesine,
Fethullah Gülen’in Humeyni gibi
ülkeye dönmesine, bir türlü çıkarmamıza izin verilmeyen bor madenleri sayesinde yırtmamıza, AB’nin
Türkiye’yi bölmesine, Sevr’in imzalanmasına ve ikinci bir Atatürk’ün Samsun’a çıkmasına az kalmıştı.
Cebren ve
hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmişti.
Ve bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içindeydi.
Ülke bölünüyor,
laiklik elden gidiyor, türbanlılar ve badem bıyıklıların sayısı artıyordu.
Rejimin kıyameti için çok alametler belirmişti.
Kemalistler, vatanseverler ağızlarında “Sarı saçlım
mavi gözlüm bir daha çık gel Samsun’a” şarkıları, gözler yolda kurtarıcı mehdilerini bekliyordu.
İşte tam o günlerde bembeyaz gömleğiyle çıkageldi mavi gözlü sarışın bir adam.
Bir elinde
Türk bayrağı diğerinde Türk bayrağından bozma parti bayrağıyla çıktı meydanlara. Mehteranla coverlanmış “Dağ başını
duman almış”la kalabalıkları coşturdu.
IMF’ye, AB’ye, ABD’ye meydan okudu. “Ne Mutlu Türküm Diyene”yi, Atatürk’ü ağzından düşürmedi. İktidara gelince mazotu 1 TL’ye düşürmeyi, orduyu
Kuzey Irak’a sokmayı, yedi düvele meydan okumayı
vaat etti. Tayyip Erdoğan’a kükredi. Dinciliğe çattı, sürekli yanında olan sarışın eşiyle laik Türkiye mesajı verdi.
Öylesine heyecan yarattı ki
İlhan Selçuk bile ona el verdi. Seçimlere girdi. En çok oyu batıdan, çağdaş, laik kentlilerden aldı. 430 bini İstanbullu, 330 bini
İzmirli, toplam iki milyon üç yüz bin kişi mührü Türkiye’yi bölmek isteyen dış güçlere ve rejimi yıkmak isteyen iç güçlere meydan okuyan bu sarı saçlı mavi gözlü adamın partisinin altına vurdu. Az kalsın Meclis’e girecekti.
Sonra bankalarıyla epey bir
dolandırıcılık yaptığı ortaya çıktı. Şirketlerine el kondu. Tekrar seçime girdi. Ve 40 yıldır bu memlekette siyaset yapan partilerin, sosyalist hareketlerin hayal bile edemeyeceği kadar oy aldı. Kentli alt orta
sınıf laikler, İzmirliler, Trakyalılar bir kez daha “ABD’yi bile dolandırdı, becerikli adam, ülkeyi iyi yönetir” dedi.
90’ların tüm Atatürkçülükleri, 2000’lerin tüm ulusalcılıkları becerikli bir reklamcının elinde ete kemiğe bürünmüş, ilkokul düzeyinde bir milliyetçilik,
Cumhuriyet bayramı kutlamaları kıvamında mitingler, 23 nisanda süs diye kullanılabilecek bir parti amblemi ve milli eğitimin feleğinden geçmiş her vatandaş için fareli köyün kavalcısının melodileri hükmünde olan “Dağ başını duman almış”larla büyülenenler
zombi gibi bu partinin arkasından sürüklenmişti.
Ulusalcılığın şehvetiyle “Yürüyelim arkadaşlar” marşının arkasına takılanlar için
rüya geçen gün Ege’nin
soğuk açıklarında bitti.
Sarı saçlı, mavi gözlü Cem
Uzan İzmir’den önce
Yunan adalarına kaçtı, sonra da siyasi iltica talebiyle Fransa’ya sığındı.
Gençlik Marşı’yla gelmişti, İzmir Marşı’yla memleketten hızlıca çıktı.
Batı’ya, IMF’ye, AB’ye, ABD’ye meydan okuyordu, huzuru
Fransız hükümetinin şefkatli kollarında buldu.
Hani Yılmaz Özdil’in yönettiği gazetesinde gün aşırı
küfür edilen vatan hainleri, ülkesini üç kuruşa
Avrupa’ya satanlar vardı ya...
Geride kalan 2 milyon 300 kişi için bugün düşünme vaktidir.
Tuttuğunuz dal ya kurudu ya da elinizde kaldı.
“
Vatan bölünüyor, rejim yıkılıyor, Avrupa, ABD bizi bölmeye çalışıyor, Fethullahçılar devleti ele geçiriyor” dediler sizi gaza getirdiler, yollara döktüler.
Biri Avrupa’ya sığındı, diğeri televizyonunu cemaate yakın patrona sattı.
Siz de evlerinize astığınız bayraklar, göğüslerinize taktığınız rozetler, paralar akıttığınız kitaplar, dergiler, boş yere gerdiğiniz sinirleriniz, bozulan psikolojinizle öyle ortada kaldınız.
Aslında ne ülke bölünüyor ne de rejim yıkılıyor.
İtiraf edin. Fena halde kandırıldınız.