Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar bir Yüksek Hâkimler
Kurulu varmış. 1961
Anayasası ile kurulan bu kurulun on sekiz asıl ve beş de yedek üyesi varmış.
Bu üyelerden altısı
Yargıtay, altısı birinci sınıfa ayrılmış hâkimlerce, altı üye de
Meclis ve Senato’ca seçilirmiş.
1961 Anayasası yapılırken kimse “Ama Meclis bu kurula üye seçerse yargı siyasallaşır” dememiş. Çünkü o zamanlar Meclis’te çok tehlikeli fikirler yokmuş.
Gel zaman git zaman bu 1961 Anayasası bize bol geliyor sesleri yükselmeye başlamış. 12
Mart 1971’de asker
darbe yapmış.
Askerlerce kurulan Nihat Erim hükümetinin ilk işi Anayasa’nın bu bol gelen yerlerinin potunu almak olmuş.
Bugün olduğu bir
anayasa değişiklik paketi hazırlanmış. Pakette hak ve özgürlükler kısıtlanmış, askerlerin
sivil mahkemede yargılanmasını engellemek için dünyada eşi benzeri pek olmayan
Askerî Danıştay kurulmuş,
küçük partilerin Anayasa Mahkemesi’ne başvuru hakkı kısıtlanmış. Sendikal haklar geriye gitmiş. Yani bugün AKP paketinde düzeltilmeye çalışılan her şey aslında
12 Mart 1971’den sonra bozulmuş.
O bozulanlardan biri de Yüksek Hâkimler Kurulu’ymuş.12 Martçıların anayasa paketiyle Meclis ve Senato’nun kurula üye vermesi kaldırılmış, alt dereceli hâkimlerin kurula, aralarından üye seçmesi kaldırılmış. Ne yapılmış? Kurulun tüm üyelerini seçme işi
Yargıtay Genel Kurulu’na bırakılmış.
Sonra 12
Eylül darbesi olmuş.
12 Eylül bu Yüksek Hâkimler Kurulu’nu toptan kaldırmış. Başkanını emekliye sevk etmiş. Peki, ne yapmış. Kendi kurulunu kurmuş. Bu kurula ne Meclis’ten ne de alt dereceli hâkimlerden üye seçtirmiş. Kurulun üye sayısını dünyada eşi benzer olmayan bir sayıya düşürmüş. Beş üyeyi seçme işini Yargıtay ile Danıştay’a vermiş. Başına da
Adalet Bakanı ve müsteşarını oturtmuş.
Ne 12 Mart’ta, ne de 12 Eylül’de kurula, Meclis’in ve alt dereceli hâkimlerin üye seçme haklarının
gasp edilmesine sesini çıkaran yargı çevreleri,
bakan ve müsteşarının kurula oturtulmasını yargı bağımsızlığına çok çok aykırı bulmuş.
Darbeden hemen bir yıl sonra, 1981-82 Yargı Yılı açılış töreninde konuşan
Yargıtay Başkanı Derviş Turan, 12 Eylül’den sonra
yargıç ve savcıların huzur içinde görevlerini yerine getirdiklerini söyledikten sonra,
darbecilerden,
HSYK yasasının, bu Adalet Bakanı ve müsteşarı açısından yeniden gözden geçirilmesini rica etmiş.
Toplantıda konuşan dönemin
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Atilla Sav ise daha açık sözlüymüş. Daha sonra sosyal demokrat partilerde yöneticilik yapacak olan Sav, bugün yaşadığımız siyasallaşma tehlikesini ta o günden görmüş ve aynen şöyle demiş: “Bugün ülkemizde oy kaygısında olan bir
yönetim söz konusu değildir. Bu nedenle böyle bir yönetimde kaygılara yer olmayabilir. Ama yakın bir dönemde demokratik düzene dönüleceği kuşkusuzdur. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yargıç güvencesi ve yargı bağımsızlığı ilkelerini zedeler hükümler içermektedir. Bugünkü yönetimin siyasal nitelikli olmaması, kaygımızı gidermemektedir. Çünkü yasalar geleceğe yöneliktir. Bu yasayla öngörülen kurul, anayasal bir kurum biçimine dönüşürse gelecekteki siyasal iktidarların geçmişte görülen sakıncalı yöntemlere benzer girişimlerde bulunmalarına açık kapılar bırakmış olacaktır.”
Sav’ın korktuğu başına gelmiş, demokrasiye geçilmiş, oy kaygısı olmayan güvenilir Kemalist darbecilerin yerini güvenilmez sivil
siyasetçiler almış.
Gün gelmiş yargı bağımsızlığının tek güvencesi olan, oy kaygısı gütmemiş, yetkilerine siyaset karıştırmamış, mutlak nötr ve bağımsız darbeci Kenan Evren’in de
görev süresi bitmiş. Veda ziyaretlerinden birini de Danıştay’a yapan Evren’in yolunu kapıda bir
avukat kesmiş. Avukat “Paşam seni severiz ama yobazlarla başımızı belaya sokup nereye gidiyorsun. Ben 60 yaşında bir
genç olarak yobazlarla mücadeleye devam ediyorum. Sen nereye gidiyorsun” diye seslenmiş. Dönemin Danıştay Başkanı
Sırrı Kırcalı da aynı hüzün içinde “Gördünüz mü paşam” diyerek başını sallamış.
O günden sonra bir daha yargı hiç bağımsız olamamış.
Gün gelmiş AKP diye bir parti çıkmış, bir anayasa değişikliği yapmak istemiş. Bir de ne görsün. Bu 12 Mart, 12 Eylül’ün üzerinden geçtikleri, partilerini kapattıkları, işkenceden geçirdikleri 12 Martçıların, 12 Eylülcülerin safında yer almasın mı?
Belki hikâyeyi burada kesip, akıllarının başlarına gelmesi için gökten düşen elmaların onların başına isabet etmesini dileyebiliriz. Yoksa her an “onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine” diye meseleyi burada bağlayabiliriz.