Son bir hafta için de iki vefat oldu. Birisi Manisalı hizmet insanı Nusret Muğlalı, diğeri de Yusuf Bekmezci abilerimiz. Her ikisinin de acısı sadece yakınlarını değil hem Hizmet Hareketi’ni hem de Türkiye kamuoyunun vicdanlarını sızlattı. Allah her ikisine de rahmet eylesin. Her ikisinın de yaşlı nezih ve tertemiz insanlar olduğuna sadece dostları değil düşmanları bile şehadet eder. Hem yaşlılık hem hastalık hem sağlıksız bir ortam hem bakım görüm, beslenme eksikliği hepsi bir arada hayatlarını o hapis ortamında geçirmeye mahkûm kaldılar.
Bu insanlar yakın uzak çevrelerinde, yaşadıkları yetmiş seksen yıllık hayatları ile bilinen, tanınan, sevilen tüccar ve iş adamı insanlardı. Bunlar hiç şüphesiz ehl-i iman, Anadolu tabiriyle alnı secdeli namazında abdestinde insanlardı. Sadece bu kadar mı? Tabi ki değil. Aynı zamanda hayırsever iş adamları idiler. Onlara hayırsever derken de öyle sıradan bir hayırseverlikten bahsetmiyoruz. Bu insanlar herkesin dünya ve dünyalık için koşturduğu bir zamanda, normal dini mükellefiyetlerinin çok üstünde (sadaka zekât) malları ve imkanları ile Allah yoluna adayan hayatlarını bu yolda geçiren infak neslinin önemli temsilcileri arasında idiler. Bu insanlara “yaşatmak için yaşayanlar’’ için kullanılan bir kavram ile “isar kahramanları” demek tam yerinde bir tespit olur. “Onlar, müminlere verilen şeylerden nefislerinde herhangi bir kaygı duymaz ve kendi ihtiyaçları bile olsa onları kendilerine tercih ederler.’’ (Haşir, 59/9) ayetinin mücessem bir örneği, abide insanlardı. Hatta değil mallarını isar ruhunun en yüksek mertebesi olan “canlarını bile’’ bu yolda vererek işi zirve ye taşıdılar. Şimdiye kadar, adet ve mahiyet itibarıyla, yezidin zulmünü çoktan aşan bu zulüm dalgaları içinde vefat etmiş yüzlerce masum, şehit insanlar gibi onlar da aynı şeye maruz kaldılar. Onlar masumiyet ve mağduriyetleri ile geçip gittiler, onlar Yusuf abi ve emsali insanlar Allah’a sadakat adına başarılı bir imtihan verdiler’’ Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. ( Ahzâb : 33/23) ayeti bu zamanda tam da bu insanlara uygun bir urba gibidir.
Biz Yusuf Bekmezci, İhsan Akdeniz, Samsunlu Osman Reis, Nusret Muğlalı ve emsalleri gibi isar kahramanlarına biz ‘’Mütevelli’’ deriz. Mütevelli’’ Herhangi bir işe sahip çıkan, o işi üstlenen’’ aynı zamanda “hizmeti tevellî eden, hem himmetleriyle takviye edip hem de o iş için koşuşturan, sünûh eden (her meseleyi düşünüp taşınıp gereğini yapan), her fırsatı değerlendirmeye çalışan ve daha fazla insana ulaşabilmek için fikir sancısı çeken fedakârlar’’ demekse, işte bu insanlar tam da bunlardı. Allah yolunda adeta ellerinde ne varsa sarf eden bu insanlar yaptıkları bu önemli işler karşısında O’nun (cc) rızası dışında hiçbir beklentisi olmayan, hakkı temettü (menfaat) peşinde koşturmayan, yaptıkları hizmetleri başa kakmayan alicenap insanlardı. Onlar bu tavırları ile ‘’Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab'leri katında mükafatları vardır. … ’’ (Bakara, 2/262) ayetiyle tam bir uyumluluk arzederlerdi.
Onlar bugünlerde birilerinin falan vakfın mütevellisi, yönetim kurulu üyesi vs denildiği zaman çiftte maaşlar, huzur hakkı, harcırahlar ile cebini dolduran ve buna da ‘”ülkeye, millete, dine hizmet ediyorum, bunlar benim hakkım” diyen, bağışlayın deveyi havuduyla götürenler gibi değil, mütevellisi oldukları eğitim ve hayır kurumlarına başta imkânlarının son kertesine kadar kendisi himmetini yapan, sonra da o hizmetler için gece gündüz koşturan ve bunun karşılığında da hiçbir şey talep etmeyen insanlardı. Bu insanlara teşekkür ettiğiniz zaman bile “acaba hizmetimin karşılığını burada mı alıyorum” endişesiyle titreyen ihlaslı, samimi müminlerdi. Zira onlar bu işi sırf ama sırf Allah için yapan insanlardı. (Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) "Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz."( İnsân :76/ 9) ayetini okuduğunuz zaman sahabinin bu asırdaki takipçileri olan bu insanlar akla gelir.
Bu insanlar, Allah yolunda omuzlarında taşıdıkları vazifeleri yerine getirirken ne dünyanın ne ticareti ne malı mülkü, meşgalesi ne de başka cazip güzellikleri umurlarında olmadı. Onlar namerde muhtaç olmadan hayatlarını kazanırken diğer taraftan da mütevellisi oldukları, Allah yolundaki vazifelerini de hiç aksatmadı bilakis o işi Allah hakkı görerek her şeyin önünde götürdüler. Dünyaya eyvallah etmeyen, boyun kırıp bel bükmeyen bu insanları her görüşünüzde, işte herhalde Kuranın’’ Ne bir ticaret ve ne de hiçbir alış verişin kendilerini, Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar….. ’’ (Nûr :24/ 36-37) diye tarif ettiği bu insanlar işte bunlarmış demekten kendinizi alamazsınız.
Anarşizmin ve terörün panzehiri oldular
Bu insanların hiçbir kötülüğüne şahit olunmamıştır. Bırakın alçakça bir iftira olan terörist olmayı bu insanlar terör ve terörizmin panzehriydiler. 1980 yıllarındaki anarşizmi, dinsizliği çok yakından bilen ve o günleri acı acı yaşayan bu insanlar, anarşizmin ve terörün panzehiri olarak imanlı aydın bir neslin yetişmesi için malını mülkünü bezlemekle kalmamış Anadolu’yu karış eğitim yuvalarının açılmasına teşvikçi olmuşlardır. Hayatları boyunca kendileri gibi insanları neslin yetişmesi için Allah yolunda infaka davet etmişlerdir. Bu gayretleri ile yetişen nesiller toplum içindeki Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu, Laik-İrticacı gibi kamplaşmaları yok etmiş ve Anadolu insanı bir daha kardeş olduğunu hissetmişti. Anadolu’yu adım adım dolaşan ve insanlarla buluştukların da hep iyilik, hayır, güzellik ve marufu (Allah’ın iyi gördüğü) konuşan bu adanmışların hali insana, “Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah'ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfât vereceğiz.’’ (Nisâ :4/ 114) ayetini hatırlatıyor.
Gizli gizli buluşup hangi ihaleden kim ne kadar komisyon alacak, uyuşturu ve yeraltı trafiğini kim sevk ve idare edecek, birilerinin mahrem görüntülerini kim elde edecek, kime nasıl kumpas kurulacak, millet türlü türlü yalanlarla nasıl avutulacak, ortaya çıkan ve artık saklanamaz gizlenemez hale gelen bir bir türlü kokuşmuşluk nasıl örtbas edilecek, kime nereden ve nasıl iftira komploları kurulacak, toplanan paralar nasıl hayır işlerinde kullanılıyor dedirtilecek, insanlara yapılan haksızlık ve zulümler, hukuksuzluklara nasıl adalet pırtısı giydirilmeye çalışılacak, kimi nereden vurabiliriz bunun yolları nasıl bulunacak... Evet birleri dün ve bugün hâlâ bunun için gizli gizli toplanıp (necva) bunları planlarken bu insanların derdi millete ve dine hizmetten başka bir şey değildi.
Onlar insanlık tarihinde hiç unutulmayacak bir iz bıraktılar
Bu insanlar sadece kendi ülke insanına değil bütün insanlığa hizmete kilitlenmiş insanlar idi. Belli bir dönem dünyanın değişik ülkelerinde hizmet imkânı doğunca Yusuf Bekmezci ve emsali abilerimiz hiç tereddüt etmeden aynı civanmertliklerini devam ettirdiler. Onların himmeti Allah’ın da inayetiyle kısa bir zaman da imkân verilse dünyanın çehresini değiştirebilecek, geçmişten bugüne insanlığın yakasını bırakmayan cehalete, fakirliğe, insanlar arasındaki problemlerin çözümüne ciddi bir manada katkı sağlayabilecek eğitim ve yardım kuruluşları açıldı. Bu kuruluşlar halen ekseriyet itibarıyla hizmetlerine devam ediyorlar. Onlar bu yönleriyle insanlık tarihinde hiç unutulmayacak bir iz bıraktılar. Zira onlar oralara almaya değil yine Allah için vermeye gittiler. Onların ülkelerindeki bunca hizmetlerinden sonra kalkıp yine Allah için muhacir olmaları tam bir mümin olduklarını gösteriyordu.’’ İman edip hicret eden ve Allah yolunda cehdedenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek mü'minlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.’’ ( Enfâl : 8/74)
Onlar, “İnsanların en hayırlısı onlara en çok faydalı olandır’’(el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 1/393, H. No: 1254) insana hizmet için hadisince diyar diyar dolaşırken birileri de hicret eden sahabeyi teslim almak için Necaşi’ye giden heyet gibi fitne ve fesat adına onları takip ediyor, kirli işlerini kapatmak için onlarca ülkede yüzlerce insana millet malından ulufeler dağıtıyor, isimleri dünya kamuoyunda bırakın bir Müslümanı sıradan bir insan için bile utanılacak şeylerle anılır hale geliyordu.
Yusuf Bekmezci ve emsali abiler iman ve kullukları, insanlık için ortaya koydukları salih amelleriyle insanların gönüllerinde yer ettiler. Bu onların sergiledikleri amellerin Allah katında hora geçtiğine dair önemli bir işarettir. “İman edip salih ameller işleyenler için Rahman, sevgi ve hüsnükabul vaz’eder.”(Meryem sûresi, 19/96.) Onlar Allah ve insanlar nezdinde gizli açık hep hayırlarla yad edilirken, onlara bu iftiraları atan bu zulüm ve hukuksuzlukları reva görenler daha şimdiden “zalim, tiran, firavun, yezid-i sani, hırsız, yalancı, müfteri, narsist, diktatör’’ isimleri ile nefretle anılmaktalar ve anılacaklar. Bugün Kuran’ı okuyup da ‘’Kuran bazı özelliklere sahip insanlardan bahsediyor, fakat bugün bu insanlar kaldı mı, var mı?” diyenlere onların bu hali Kur’an’ın bir mucizesi olarak yetecek ve Kur’an’ın hakkaniyetine olan imanlarını pekiştirecektir.
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse; bir zamanlar Yusuf Bekmezci ve emsali insanların attıkları tohumlarla Türkiye’de, inanan insan, saygın bir hale gelmişti. Eskiden Akıncı diye anılan ve devleti tağut-şeytanın düzeni olarak gören bugünün Ak Parti zihniyeti, bir gün 28 Şubatçılar’ın neredeyse tamamen bitirme noktasına getirdikleri bu zihniyete arka çıkan İmam Hatip Okulu ve İlahiyat nesli, Türkiye’de bir zamanlar irticacı olmanın simgesi haline gelmiş, sarık ve cübbesiyle nefret objesi haline getirilen ve şimdilerde bu zulümlere sessiz kalan Tarikat erbabı, sizler bu hizmetin yetiştirdiği insanların atmosferinde bu günlere gelmediniz mi? Demokrasi, hukuk insan hakları, inanç özgürlüğü meselelerine samimi olarak inanan bu insanlardan siz saygı ve sevgiden başka ne gördünüz? “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez. ( Hûd :11/ 113)
Görmüyor musunuz ki, bu hizmete ve hizmet insanına yapılan haksız, hukuksuz iftira ve zulümlerden sonra ülkenin şakulü kaçtı ve hala kaçmakta ne tadı kaldı ülkenin ne de tuzu. İsminiz olan adalet dünyanın dengesidir. Siz o dengeyi bozduğunuzdan beri hiçbir işiniz rast gitmiyor ve gitmeyecekte. Hala hapishanelerde, iftiraya kurban giden masum, kadın, erkek, çocuk, yaşlı ve ihtiyar hatta Yusuf abi gibi bakıma muhtaç onlarca yüzlerce binlerce insan mağduriyet içinde kıvranmaktalar. Sizin imanınız buna nasıl müsaade ediyor?