Psikolojik rahatsızlıkların ismi konmamış bir çok çeşidi olduğu muhakkak. Sahaya yabancı olduğumuz için, kelimeleri seçerken dikkatli olmaya, cümle kurarken müşkülpesent ve cimri davranmaya dikkat ediyoruz. İsmi konmayanları merak ederken, sanki şu ana kadar tespit edilmişleri biliyor ya da hepsinden haberdar gibi davranmak pek iyi durmaz.
Hele bir de Freud'in ortalığı yalan-yanlış kasıp kavurduğu, yabancı film seyreden hemen herkesin, psikanaliz uzmanı olduğu bir asırda, nemize lazım! Hani şu, bütün psikolojik rahatsızlıkları çocukluk döneminde yaşanan hadiselere bağlayıp, “Çocuklukta başından geçenleri bir anlat bakalım...” klişeleri ile Hollywood'dan intihal edilen, uydurma teşhis budalalıklarını kastediyorum. Adını koymak istediğimiz iki psikolojik rahatsızlığın böyle derin teşrihe ihtiyacı yok.
Türkiye, 1920'li yıllardan bu güne kadar, askeri bir işgal ile karşı karşıya kalmadı. Türk Ordusu'nun uluslararası anlaşmalar gereği, asker göndererek katıldığı yurt dışı operasyonların ülkeye getirdiği maliyet altından kalkılabilir boyutlarda oldu. Zaten bu tür operasyonlar, maddi kayıpları telafi etmeyi de garantiliyor. Katılan ülkeler de, orada yaptıkları kahramanlıkları iç siyasette ballandıra ballandıra anlatıp, hükümet ve idareye vaziyet ediyorlar. Elli'li yıllarda Kore'ye giden gazilerimiz, “Koreli” lakabı ile anılmanın yanında, küçük bir ödeme ile de olsa taltif edilmişlerdi. Sözün kısası, Türkiye şu an için topraklarının işgal edileceği bir ülke durumunda değil. İsrail ile didişmeler, ABD'ye dayılanmalar, Ege Denizi'nde Yunanistan ile girilen it dalaşları iç siyasi malzeme. Dış tehdit değil.
Türkiye'deki siyasi ve ekonomik gidişat, meseleyi makul çerçevede düşünebilenler, her şeye rağmen zihni insicam ve fıtri insiyaklarını muhafaza edenler açısından gelecek vadetmiyor. Kulağı delik olanlar, yaklaşan ve sürekli fırtına biriktiren bulutların siyaset ve ekonomiyi yoğun bir bombardıman altına alacağı günlerin eşikte durduğunu biliyor ve bekliyorlar.
Bu temkin ve ihtiyatın, gelecek zor günleri en az zararla atlatmak için herkese lazım olduğunu anlatmak biraz zor. Kendisine işkence eden müstebit, sorgulama amirine “O kadar kıvırırsan kolumu kırarsın!” diyen tutuklu, bir kaç dakika sonra, kolu kırılınca, “Ben demiştim!” demekten başka bir şey yapamaz. Sözkonusu kırılmanın hasıl ettiği ağır ah u efgan, Saray ve Merkez Bankası koridorlarında yankılandığını tahmin edebiliyoruz. Boşa koysalar dolmuyor, doluya koysalar almıyor.
Dolar'ın (ABD Para Birimi, ülke ya da uluslararası müttefik Düvel-i Muazzama değil!) ardı ardına Türk Ekonomisine indirdiği darbelerden afallayan, ringe serilen, iktidar sahiplerinin ağzından çıkanlar, derli toplu akıl ürünleri değil. Akıllarına ilk gelen 1920'li yılların cankeş çığlıkları, “Kuşatma altındayız. Vatanını seven, milli seferbeliğe katılsın!” jargonu. Neye, kime ve hangi haklı sebeple milli mücadele? “Bütün dünya bizi kıskanıyor!” iddiaları, yeni bir Kurtuluş Savaşı başlatmak için makul sebepler mi? İsim teklifi beklediğimiz psikolojik kompleks ve takıntılardan birincisi bu? Nasıl oluyor da, bir asır öncesinde kalmış korku ve endişeler, hala dipdiri, suistimale açık zaaflar halinde nüks edebiliyor. Bu takıntı ve saplantının şimdiye kadar iyileşmesi gerekmiyor muydu?
Ekonomik ve siyasi iç piyasadaki çökme, çürüme ve dökülmelere karşı Saray Eşrafı'nın şu ana kadar teklif ve projelerine şahit olmadık. Kamera ve mikrofonlar önünde, takım elbiseli iktidar ve hükümet (Bu ayrım çok önemli. Şu an “Davul birisinin elinde tokmak diğerinin!”, siyasetine mahkumuz. Hükümet, hikmet-i vucudunu kaybetmiş durumda!) mensuplarının basın demeçleri sadece gücün kimin elinde olduğunu hatırlatmak amaçlı.
Damat Hazretleri de dahil, Saray Sakinleri, bilinen akli sınırlar içinde konuşma kabiliyetlerini yitirmiş durumdalar. Bir şey yapıyor görünmek zorunda oldukları için, öyle davranıyorlar. Bunun için, gözlerini Saray avlusuna atılacak ulufelere dikmiş, yazar takımına “ABD kötü durumda! Ha yıkıldı ha yıkılacak. Dolar'ın yükselmesi ABD'ye zarar veriyor. ABD'nin sonu yakın. Merkel, Trump'ı azarladı. AB, Amerika ile yollarını ayırdı. ABD'de fırtına ülkeyi alt üst etti...” gibi sade suya tirit asılsız haberleri servis ediyorlar. Yani, Türkiye'nin sahil-i selamete çıkışının tek yolu, ABD'nin yıkılış kehanetine kilitlenmiş durumda. Teşhisine isim beklediğimiz ikinci takıntı ve derin psikolojik rahatsızlık bu.
Psikolojinin geniş sahası, şahsi hastalıklara özel isim ve reçete belirlemesi mümkün ve yaygın. Trump'ın, 2015'de Obama hakkında uydurduğu ABD'de doğmadığı ve Doğum Sertifikası'nın olmadığı yolundaki boş iddiaları, Obama'nın da hazır bulunduğu, hatta bizzat Obama tarafından portakal renkli yüzüne çarpılınca, suratının morun bütün renkleriyle karardığını söylüyorlar. İşin garip tarafı, daha sonra yapılan istatistiklerde ABD halkının yüzde elliden fazlası bu yalana inanır hale gelmiş. ABD'li psikologlar, Trump'ın bu ruhi rahatsızlığını “Birthrism”, “Doğum'a bağlı üstünlük takıntısı!” olarak isimlendirmişler. Google'da araştırma yaptığınızda, Trump'ın “Narsist, microphobia, megolamania, aşırı-beyaz ırkçı, kadın düşmanı, düşük IQ...” gibi kaliteler (!) ile birlikte Birtherism de zikrediliyor.
Şahsa uygun psikolojik rahatsızlık için bir örnek de verdiğimize göre, sahası psikoloji olan uzmanlardan, Saray Çeşmesinden sulananların musallat olduğu rahatsızlıklara isim tespiti beklentimiz vatandaşlık haklarımızdan sayılır. Kore'de gazi olmadık ama, yolu-yordamına uygun vatani görevimizi yerine getirdik.
Başlıktaki özdeyişin (!) sahibini yazmadım. Dilediğinizi takdir edebilirsiniz. Dede Korkut da dahil herkes olabilir.
Kadir Gürcan