ATİNA
Türkiye'nin son 9 yıldır yaşamakta olduğu değişim sadece Türkiye içinde değil aslında hem bölgede hem de daha geniş bir coğrafyada dolaylı veya dolaysız etkileriyle kendine özgü bir denge
algısı yaratmış durumda. Bunu Arap devrimleri süreçlerinden de görmek mümkün, Avrupa'dan da. Kendi devrimlerini yaşamakta olan
Arap dünyası için Türkiye'nin bir
model olup olamayacağı tartışması çokça yapıldı, yapılmaya da devam edecek. Türkiye'nin kendisi bile kendi modelini aramaktayken, kendi demokratikleşmesini halen yeterli hale getirmemişken kime nasıl model olacağı elbetteki ciddi bir sorudur. Ancak Arap dünyasının Türkiye'yi mevcut haliyle model almasını zaten beklememek gerekiyor.
Belki Türkiye'den alınan, alınması beklenen model mevcut siyasi sistemi değil son 9 yıldır sergilemekte olduğu ulusal veya uluslararası
siyaset tarzıdırr. Bu siyaset tarzını basitçe gücünün ve etkisinin farkında olmak ve bunu kendi kaderini kendi lehine değiştirme hususunda sonuna kadar kullanmaktan çekinmeme arayışı olarak niteleyebiliriz.
Aslında bu bir bakıma siyaset kavramının da en iyi tanımlarından biri. Siyaset, başka aktörlerin de tanındığı bir vasatta durumu kabul edilmiş kuralllar çerçevesinde kendi lehine çevirme performansı ve arayaşıdır. Acziyet, aşağılık kompleksi, kadercilik, esnemeyen inatçılık, dediğim dedikçilik, seçeneklerin önünü tıkayan tabular, performansı etkileyen kişisel zaaflar siyasal etkinliğin önemli engelleri olarak görülebilir.
Arap
ülkelerinde
İsrail ve ABD gücü karşısında tam bir acziyet gösteren, durumu kendileri ve toplumları lehine değiştirme yönünde hiç bir irade sergilemeyen liderlerin iktidarda kalma kaygısından başka hiç bir arayışlarının olmaması bir tarzı siyaset. Bu tarzı siyasetin terkedilmesi muhtemelen ülke için nasıl bir sistemin öngörüldüğünden çok daha fazla önemseniyor. O yüzden ABD'ye gerektiğinde "hayır", İsrail'e "one minute" diyen, Gazze'ye yardıma giden gemisinin arkasında duran ve bunun savaşını sonuna kadar veren bir tarz-ı siyaset Arap dünyasına çok cazip gelmiştir. Bu liderliğin aynı zamanda hem
ekonomik programlarıyla hem de siyasal reformlarıyla başarılı olması Türkiye'ye olan akademik, entelektüel ve hatta popüler ilgiyi artırıyor. Bu ilgi Türkiye'nin mevcut haliyle sisteminin model alınması anlamına gelmiyor. Üstelik bu ilgi sadece Arap dünyasında değil, şu anda dünyanın bir çok ülkesinde de görülüyor.
KRİZDEKİ YUNANİSTAN'IN İSTİKRARLI TÜRKİYE BEKLENTİSİ
Bir soru üzerine yukarıdakilere yakın şeyleri anlatmak durumunda kaldığım
Atina'da, mesela, son 9 yıldır Türkiye'ye yönelik ilgi ve sempatide ciddi bir canlanma var. İçinden geçmekte olduğu ciddi krize rağmen Türkiye'yi dikkat ve ilgiyle takip ediyor
Yunanlılar. İki gün önce Yunan
Dışişleri Bakanlığında Türkiye'nin
12 Haziran seçimleri sonrası için muhtemel senaryoların değerlendirildiği bir konferans düzenlendi. Andeas Papanderu'ya bağlı bir Düşünce Kuruluşu olan Stratejik Düşünce ve Kalkınma
Araştırmaları Enstitüsü'nce (ISTAME) düzenlenen konferansa Türkiye'den Soli Özel, Asaf
Savaş Akat, Ferda Keskin ve ben katıldık. Türkiye'nin seçim sürecini, ekonomik, siyasal ve uluslararası koşullarını seçim sonrası tahminlerle birlikte değerlendirmeye çalıştık. Biz konuşurken az ilerde
gençler yönetimi yolsuzlukla, AB paralarını yiyip Yunan Adalarını satmakla suçlayan
protesto eylemlerini yapıyordu.
Konferanstan sonra sohbet ettiğimiz Yunanlı akademisyenlerden Türkiye'nin Yunan kamuoyunda son 9 yıldır radikal bir biçimde değişen algısıyla ilgili epey anekdotlar dinledik. Bu değişmede ana faktör büyük ölçüde Erdoğan'ın şahsı. İlginç olan Erdoğan'ın şahsına yönelik bu algı tıpkı Arap halklarında olduğu gibi Yunanistan'ın en önemli sorunlarından birinin liderlik olduğu düşüncesiyle beraber çalışıyor. Ne var ki, Yunanistan'da yönetime karşı kitle tepkileri entelektüel değerlendirmelerden farklı olarak daha sağcı-ulusalcı, içe kapanmacı hareketleri önplana çıkarıyor.
KOMŞU ÜLKE ELİTLERİNİN TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKASI ALGISI
Fatih Üniversitesi'nden Doç. Dr.
Savaş Genç ile 5 akademisyen arkadaşının geçtiğimiz günlerde kamuoyuna sunulan "Komşu Ülke Elitleri Türkiye'nin Dış Politikasını Nasıl Algılıyor?" başlıklı ilginç saha araştırmasının verileri bütün bu anlatılanlara ayrı bir boyut getirecek cinsten.
Araştırma Türkiye'ye kara sınırı olan ülkelerin her birinde 30-100 arasında bürokrat, akademisyen, gazeteci, entelektüel kişilerle derinlemesine mülakatlar ve bunların analizleriyle gerçekleştirilmiş.
Araştırmanın bir önemli sonucu komşu ülkelerin bölgesel güç denilince ilk olarak Türkiye'yi görmeleri. Ancak, bölgesel olarak değerlendirildiğinde Balkanlar'da Türkiye ön plana çıkarken, Kafkaslar'da ve Ortadoğu'da Türkiye'nin öncelikli bir bölgesel güç olarak düşünülmediği görülüyor. Komşular nezdinde, Kafkaslar'da
Rusya, Ortadoğu'da ise
İran'ın Türkiye'ye
rakip bölgesel güç olduğunu tespit ediyor.
Araştırmada ülkelerinde bir sorun çıkıp da bir başka ülkeye gitmek gerektiği takdirde hangi ülkeyi
tercih edecekleri sorulduğunda İran haricindeki bütün ülkelerde büyük çoğunluğun Türkiye'yi seçtiği görülmüş. Bu veriler, Türkiye'nin dört yanının düşmanla çevrili olduğu düşüncesinin tam bir hurafe olduğunu gösteriyor. Türkiye komşu ülkelerin en azından elitleri nezdinde düşman olmaktan çok daha fazla, yıldızı parlayan, hem Doğu'ya hem Batı'ya yönelik politikalarını stratejik düzeyde dengeli ve barışçıl bir temelde sürdürdüğüne ve bu yönüyle bir hayli güven veren bir algıya sahip..
Kısaca kendi modelini sergilediği tarz-ı siyaset yoluyla da arayan Türkiye, tam da bu "arayan" özelliğiyle bir model, yoksa mevcut yapısı veri alındığında değil herhalde.