"
Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin yılbaşında uygulamaya koyduğu
bilet zammının iptali hakkında açılan davanın reddedilmesi üzerine
Danıştay'a yapılan
itiraz haklı bulundu. bağlı çalışan EGO ve özel
halk otobüsleri ile
minibüslerde
ulaşım ücretlerinde altı yıl öncesine dönüldü. 8
Mart Pazartesi gününden itibaren otobüslerde tam bilet 90 Kuruş, öğrenci 60 Kuruş, minibüslerde kısa mesafe 90 Kuruş, uzun mesafe ise bir lira oldu"
Geçtiğimiz haftanın bence en ilginç olaylarından biriydi bu, oysa hak ettiği kadar tartışıldığını düşünmüyorum.
Tüketici hakları derneğinin bir otobüs zammına yaptığı itirazı değerlendiren Danıştay,
tüketiciyi haklı bulmuş ve altı yıl önceki bir uygulamaya geri dönmeye karar vermiş. Haberi duyan minibüs ve halk otobüsü işletmecileri olayı tam bir şaşkınlıkla karşılamışlar. Ulaşımdan birinci dereceden sorumlu olan belediye Başkanını saymıyoruz bile.
Mevcut halleriyle bile bir sürü sıkıntı içinde işlerini yapmakta olan
şoförler darbeyi nereden yediklerini anlamaya çalışıyorlar. Danıştay kararıyla ortaya fiilen çıkan
fiyatların işlerini sürdürmelerini imkansız kıldığını çaresizlikle anlatmaya çalışıyorlar.
Kolay mı altı yıl öncesinin mazot fiyatları,
eleman ücretleri ve hayat şartlarını alt alta koyup bir
hesap yaptıklarında hiçbir sürdürülebilir yol bulamayacaklarını tahmin etmek için şoför olmaya gerek yok tabi. Bu kararı veren yargıçların hangi dünyada yaşıyor olduğunu tahmin etmeye çalışıyorlar.
Danıştay'ın yürütmeyle ilgili konularda önüne gelen kararlarda genellikl
e devlet yerine vatandaşı önceleyen bir yaklaşım içinde olduğu aslında ne zamandır sadece bir Danıştay Efsanesi olarak kalmış bulunuyor. Doğrusu doksanlı yılların sonlarına kadar Danıştay'ın bir çok davada böylesi bir teamülü olduğu söylenebilirdi. Ne olduysa 28 Şubat'tan sonra oldu ve Danıştay özellikle YÖK ile öğrencilerin veya
öğretim elemanlarının bütün sorunlarında hep YÖK'ü haklı bulan, vatandaş aleyhine çalışan bir
eksen kayması yaşadı. Yeni bir eksen kaymasını belli ki YÖK'ün başkanı değişince, YÖK Danıştay'ın normal zamanlarda taşıması gereken vatandaş önceliği duyarlılığına sahip olunca yaşamış. Bu sefer YÖK vatandaşı düşünürken Danıştay vatandaşa vuruyor. Danıştay'daki bu eksen gidiş-gelişlerinin asıl belirleyici saikinin ideolojik olduğunda kuşku yok tabi, ama otobüs zammı ile ilgili konuda nasıl bir ideoloji gizli olabilir, doğrusu hala anlayabilmiş değiliz.
Melih Gökçek aleyhtarlığı böyle bir ideolojik yükü yeterince taşıyabiliyor mu ?
Tüketici hakkını değerlendiren bir
mahkeme binlerce minibüs ve otobüs esnafının çalışamaz hale gelmesine yol açabilecek bir kararı alırken onların da çıkarlarını gözetmek gibi bir sorumluluk taşımaz mı? Verdiği kararın tam bir kaosa yol açacağını basit bir değerlendirmeyle bile görebileceği halde böyle bir değerlendirmeden uzak kalabilmek tam bir başarı olsa gerek.
Bu karar üzerine yargının karar verdiği konularla ilgisizliğinin yol açabileceği
felaketler üzerine bir sürü şey söylenebilir tabi, ama ondan çok daha önce sorulması gereken konu, otobüs ulaşım fiyatlarının belirlenmesi hususunda yargının nasıl bir marifetle devreye girebildiğidir.
Aslında bu da yüksek yargının
yetki alanıyla ilgili son zamanlarda yaşamakta olduğumuz belirsizliğin tipik bir örneğidir.
Doğrusu bunun bir yanı halkımızın mahkeme yollarını bir
iktidar veya nemalanma yolu olarak fazlasıyla benimsemiş olmasıyla ilgili. Daha ortaya çıkacak paketin ne içerdiğini bilmeden paketi
Anayasa Mahkemesine götüreceğini ilan etmiş olan Baykal'ın tutumu bunun daha kalıplaşmış formunu ifade ediyor. Mahkemeye başvurdukça, mahkemelerin kendi iktidar alanlarını milletin aleyhine genişletmesine fırsat tanınmış olunuyor. Belki o davada kazanılmış olunuyor ama toplamda mahkemenin çözer göründüğü bütün sorunlar
toplumda yeni bir sınır, yeni bir iktidar alanı yaratmış oluyor.
Hadi tüketici haklı veya haksız olarak bir şikayette bulundu, yargının bu şikayet üzerine kendisine fiyat
tayin etmek gibi bir misyonu tespit ve tayin etmesi de ne oluyor?
Ne yazık ki yargıçlarımız bu işi pek sevmiş bulunuyor. Kendilerine gelen her davayı kendi iktidar alanlarını genişletmenin bir yolu olarak fena halde keşfetmiş bulunuyorlar.
Bu yolun toplum için bir kaosa götürüyor olmasıyla belli ki ilgilenmiyorlar bile. Niye ilgilensinler ki, nasıl olsa kararları kesin ve tartışılmaz, mahkeme kararları uygulanmak zorunda ve kararlarını Türk milleti adına vermektedirler. Herhangi bir hesap verme ihtimalleri de yoktur.
Oysa ne yapıp edip hesap vermeyen hiç bir makam veya müessesesin kalmamasını temin etmek ve buna behemehal yüksek yargıyı da katmak gerekiyor.