Seçimlere şurada 6 gün kaldı. Bir önceki
seçim 367 krizi, 27
Nisan muhtırası ve hükümetin bu muhtıraya çekmiş olduğu restin atmosferinde gerçekleşmişti ve bence cumhuriyet tarihinde
demokrasi sürecinde en önemli sonuçları doğuran bir seçim olmuştu. Darbeler geleneğinin son girişimine karşı hükümetin o gün sandıkla meydan okuması sonucunda Türk demokrasisi büyük kazanımlar elde etme yoluna girmiş oldu.
Ne var ki bu kazanımlar aynı zamanda haksız siyasi avantajlarını kaybeden kesimler için de bir türlü hazmedilemeyen bir yenilgi anlamına da geliyordu. O yüzden yüzde 47 ile iktidara gelen Ak Parti'nin vesayetçi odakları
tasfiye etmek üzere girişeceği anayasa değişikliğinin önüne geçmek en önemli direniş hattını oluşturacaktı.
AK Parti'ye
kapatma davasını bu odaklar örgütledi. Bugünlerde, aslında o günlerde de bildiğimiz ama belgesi elde olmayan
Genelkurmay ve başka odakların bu sürece müdahalelerinin utanç verici ayrıntılarının belgeleri bir bir ortaya çıkıyor.
AK Parti'ye açılan Kapatma davasına rağmen bu odakların kalbine doğru yürüyen
Ergenekon ve
Balyoz davalarıyla
Türkiye demokrasisi rüştünü ispatlama yoluna girdi. Bir önceki seçim döneminden beri yaşamakta olduklarımız, önümüzdeki seçimin giderek çok daha önemli bir dönemeç haline gelmesini sağlamıştır. Türkiye'nin
siyaset dışı mihraklarca yönetilme ihtimali asla tamamen ortadan kaldırılmamıştır.
Hem
CHP hem de MHP içinde yaşanan
kaset operasyonları ile
faili meçhul biçimde şekillendirilmeye çalışılan ve AK Parti karşısında bir blok olarak tasarlanan bir muhalefet var. Siyaset bu faili meçhul odaklar tarafından düzenlenmişken hiç bir şey olmamış gibi sadece zahiren söylenenlerle ikna olmamız ve siyaseti salt kendi mecrasında anlamamız beklenmesin.
Tasarlanmış muhalefet bloğunun içinde BDP'nin de kendine özgü yollarıyla yerini alması biraz tuhaf da olsa giderek herkesin kendini alıştırdığı bir gerçek haline geliyor.
Anayasa referandumunda da sergilenen bu
ittifak ne yapıp edip AK Parti'ye anayasayı değiştirtmeme ekseninde buluşmuştu, ama iddialarına bakıldığında referandumun içeriğine itirazını kendi kitlesine anlatmakta en çok zorlanan parti BDP olmuştu. Bu zorluk yüzünden anayasaya "hayır" demek yerine boykot tercihine yönelerek ittifaka katılmak zorunda kalmıştı.
PKK VEYA BDP'Yİ ELEŞTİRENLERE ANTİ-SEMİTİZM SUÇLAMASI
BDP'nin
Kürt sorunu konusunda
Cumhuriyet tarihinin en köklü çözüm programını uygulamış olan AK Parti'ye karşı, bu sorunun bizatihi kaynağı olan zihniyetin merkez partileriyle bu ittifakını salt siyasi aklın rasyonalitesi içinde açıklamakla kimse uğraşmasın. Bu ittifakın ne yazık ki çok daha karanlık bir motivasyonu var ve bundan siyaset değil sadece entrika çıkar. Hakkari'de CHP'ye, Elazığ'da MHP'ye, dağlarda veya şehirde seçim sürecini sabote etmekte olan PKK'ya verdiği destekle BDP hangi siyasi paranteze düşüyor olduğunu eninde sonunda anlatmak durumunda kalacaktır.
Bu arada kendilerine yönelen her sorunu hemen "
Kürtlere saldırı" olarak yansıtmaları da ne kadar ikna edici olacak?
Başbakan ne zaman BDP'lilerin veya PKK'lıların en haksız ve hiçbir vicdanın savunamayacağı uygulamalarını eleştirse hemen bir BDP'li yetkilinin mikrofona koşup "Başbakan Kürtlere saldırıyor", "Kürtleri sildi" ve içinde bir şekilde "Kürtler" geçen cümlelerle savunmaya geçmesi tuhaf bir durum yaratıyor.
Bu tuhaflığın benzer en yaygın örneği İsrail'in Siyonist uygulamalarına, saldırılarına, terörüne yönelen her eleştiriye hemen bir "anti-semitizm" saldırısıyla
cevap verilmesidir. Gerçekten PKK'nın sabah namazından çıkan imamları öldürmesine,
İmam-Hatip yurtlarını içindeki öğrencilerle birlikte yakmasına, bölgedeki diğer
sivil toplum örgütlerinin temsilcilerine şiddet uygulamasına karşı çıkıldığında Kürtlere mi karşı çıkılmış oluyor? Ne yani bu terörü Kürt halkı mı yapıyor? İmamları Kürt halkı mı öldürüyor? Öğrencileri Kürt halkı mı yakmaya çalışıyor?
Bu Siyonist taktiği nerden kapmış BDP'liler bilmiyorum ama bu açıkça Kürt halkının istismarından başka bir şey değil.