Meslek liseleri için üniversitelere girişte uygulanan
katsayının hedefinin sadece
İmam-Hatip
mezunlarının üniversitelere devam etmesini engellemek olduğu düşünülüyor. Bugünkü
Danıştay kararının hedefi gerçekten bu olabilir, ama bu uygulamayı ortaya koyanların hedefinin sadece İHL'liler olduğu tezi, uygulamanın kapsamı göz önünde bulundurulduğunda hiç de açıklayıcı değil.
28
Şubat döneminde yapılan tehdit değerlendirmesine göre aslında alt
sınıfların tamamının irtica kaynağı olduğu ve sınıfsal hareketliliğin dondurulmasıyla irticanın da yükselişinin durdurulabileceği düşünülmüştü. Çünkü o günkü koşullarda irtica sayılan hareketlere insan kaynağının sadece İHL'den değil aynı zamanda alt sınıfların devam ettiği bütün okullardan geldiği hesaplanmıştı ki, kendi algıları açısından bu tespitte haksız da sayılmazlardı.
Onlar açısından kendi oligarşik düzenlerini tehdit eden bir hareketlilik sözkonusuydu. Kentleşme ve eğitimin yaygınlaşması her zaman oligarşik düzenlerin en önemli tehdit kaynağı olmuştur. "
İrtica" oligarşik paylaşım düzenine tehdidin kod adıydı. Aslında haksızca ele geçirilmiş, bu uğurda
cinayetler işlenmekten çekinilmemiş bir düzenin entrikalarla korunmasından başka bir çare görünmüyordu. İktidarın asıl sahipleri katledilerek gömülmüş oldukları alt sınıf alanlarından bir yolunu (kentleşme ve eğitim yolunu) bularak çıkmış geliyorlardı. Bu gelişin birilerine "hortlama" olarak görünmüş olması anlaşılmaz bir durum değildir. Sorulması gereken şuydu, ama kimse sormadı: Hortlaktan kim korkar? Hortlamasından korkulanlara karşı bir suçluluk duygusu taşıyanlardan başka kim korkar hortlaktan? İsterseniz hortlak filmlerine veya romanlarına müracaat ederek bu işin psikolojisi hakkında güçlü fikirler edinebilirsiniz.
Mezun olunan okulun başarı oranının da öğrencinin başarısına katıldığı bir
sistemden bahsediyoruz. Bu sistem açıkça kötü okullardan mezun olanları, başarılı olsalar bile sırf mezun oldukları okul dolayısıyla cezalandıran bir sistem. Bu okulun ne İHL ne de meslek lisesi olması bile gerekmiyor üstelik. Bu da olayda sınıfsal boyutun veya tehdit değerlendirmesinin ne kadar geniş tutulduğunun çok açık bir işaretidir.
Açıkçası, bırakınız kendi halkını, kendi halkının çocuklarını bile kendisine düşman olarak gören bir anlayışın ürünüdür. Bu sistemin arkasında her kim varsa, yaklaşımında açık bir düşmanlığın, bir korkunun bir nefretin bütün işaretleri vardır.
Ancak korkunun ecele faydası yoktur. Hortlak korkusu sarmışsa bir suçluyu, haksızca ele geçirmiş olduğu ne varsa onları kaybetmeden hiçbir film bitmez.
Katsayı uygulamasına gerekçe olarak başvurulan argümanlardan birisi meslek liselerinin okudukları liselerden dolayı zaten bir meslek edinmiş ve aynı türden bir yüksek okula devam ederlerse fazladan puana sahip olacakları için düz liselerden gelenlere nazaran avantajlı olduklarıdır. Bu hem yanlış bir bilgi hem de yanlış bir argüman. Öncelikle bilgiyi düzeltelim:
Meslek liselerinden mezun olanlar üniversitelere devamda hiçbir avantaja sahip değiller. Aynı türden iki yılık bir meslek yüksek okula devamda belki bir avantaj var ama o kadar. Aynı türden bir fakülteye devamda bile mezun oldukları lise bir dezavantaj olmaya devam ediyor. Mesela
teknik lisenin elektrik bölümünden mezun olan elektrik mühendisliğine gitmek istediğinde
katsayı uygulaması onu aynı türden bir okul saymayarak yine engelliyor.
Argüman yanlışı ise üniversiteye giriş sınavının bir avantaj değerlendirmesine konu edilmesidir.
Sınav bir başarı sınavıdır ve kimin hangi kökenden geldiğine b
akılmaksızın sadece öğrencinin başarısı esas alınmak zorundadır. Aksi takdirde üniversite başarılı olanların girdiği bir yer olmaktan çıkıp ait olduğu çevreyi esas alan bir değerlendirme ölçüsüzlüğüne yakalanmış olur.
Bunun da ilk vurduğu şey bilimin ta kendisidir. Çünkü bilim her şeyden önce bireysel başarı, zekâ ve
beyinle yapılan bir faaliyettir.
Bilim kendisine lazım olan beynin nereden geldiğine bakmaksızın çalışır. Kendisine lazım olan beyin yakınlarında yoksa bile uzaklara gider, bulur,
ithal eder.
Osmanlı bunun adına devşirme demiş, beyne sahip olanın ne ırkına ne sınıfsal konumuna ne de dinine bakmış. İhtiyacı olan beyni bulduğu yerde kapmış. Asırlar süren başarısını da buna borçlu olmuş. Hiç kuşkunuz olmasın, yıkılışı da beyni değerlendirme ölçütlerini yitirmesiyle paralel olmuştur. 28 Şubat döneminde YÖK bütün enerjisini kendi avucunda bulduğu zengin beyin rezervlerini dışlamak için dünyanın en karmaşık sistemini geliştirmiştir. Bu dışlamadan beynin bir kısmı israf bir kısmı da göç etmiştir.
Katsayı ve
Başörtüsü yasağı uygulamalarıyla 28 Şubat'çıların bu
ülke için beyin ihtiyacı öngörmediklerini, damarlardaki kan ve sınıfsal kökeni daha çok önemsediklerini biliyorduk. Danıştay'ın son kararı da ne yazık ki Türkiye'nin beyne ihtiyacı olmadığını ilan eden akıl-dışı bir karar olmuştur.
Beyni bu kadar dışlamakla akıldan bu kadar uzak düşmek arasında bir ilişki yoktur diyebilir misiniz?