Genelkurmay Başkanlığı’nda
İrticayla Mücadele Eylem
Planı adı altında bir suç
belgesinin hazırlandığını, bütün
Türkiye gibi
Başbakan Erdoğan da, ilk olarak Mehmet Baransu’nun
12 Haziran 2009’da Taraf’ta yayımlanan haberinden öğrendi. Erdoğan, haberi ciddiye aldı ve
Albay Dursun Çiçek imzalı belge konusunda adlî makamlardan bilgi istedi. Gelen bilginin haberi teyit ederek belgenin “gerçek” olduğu izlenimini içermesi üzerine AKP, Erdoğan’ın talimatıyla
sivil savcılığa suç duyurusunda bulundu.
MİT Müsteşarı Emre
Taner de Başbakan’a, belgenin “gerçek” olduğu şüphesini güçlendiren bilgiler verdi. Öyle ki Başbakan, Taner’in aynı bilgileri,
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’a da aktarmasını özellikle istedi.
İşte bu aşamada, kamuoyunun gözünden uzak başka temaslar da gerçekleşti. İrticayla Mücadele
Eylem Planı’nın hazırlanmasından rahatsızlık duyan üst rütbeli bazı
subaylar dolaylı olarak Başbakanlığı bilgilendirdiler. Bu bilgilendirme, Eylem Planı’nın Karargâh’ta verilen bir emir dahilinde hazırlandığını doğrular nitelikteydi... Ayrıca, belgenin “
ıslak imzalı” aslının ortaya çıkacağı yönünde güçlü bir kanaat aynı kanaldan Başbakan’a iletildi.
Erdoğan, bu bilgiler ışığında üç kapsamlı açıklama yaptı. Bu açıklamalardan en önemlisi, Orgeneral Başbuğ’un çevresine 36 generali toplayarak, İrticayla Mücadele Eylem Planı’ndan “kağıt parçası” diye söz ettiği günün akşamında Erdoğan’ın söyledikleriydi. Erdoğan, 26 Haziran akşamı Brüksel’de, Başbuğ’u adeta yalanlarcasına konuştu; “Askeri yargı farklı yaklaşsa da, sivil idare takip edecek. Belgenin aslını bulunca yargıya taşıyacağız” dedi. Bu söz, savcıların elinde o sırada sadece fotokopisi olan belgenin aslının da ortaya çıkacağına Erdoğan’ın inandığını yansıtıyordu. Ama belgenin “aslı” Genelkurmay dışındaki başka herhangi bir devlet birimine henüz ulaşmamıştı.
Bu, 15
Ekim 2009’da gerçekleşti. Meçhul bir subay, sivil savcılara hitaben kaleme aldığı uzun
ihbar mektubuna İrticayla Mücadele Eylem Planı’nın ıslak imzalı orijinalini de iliştirdi. Aynı mektupta, suç belgesinin o dönemde Genelkurmay İkinci Başkanı olan Hasan Iğsız’ın emriyle hazırlandığı ve Başbuğ’un belgeden haberdar olduğu bilgisi yer aldı. Aynı subay, belgenin hazırlanmasına nezaret eden generallerin, bu hazırlığı bizzat yürüten albayların adlarını ve Taraf’ta yayımlanan haber üzerine Genelkurmay Karargâhı’nda başlatılan
imha faaliyetinin, bu faaliyette hangi subayların ve erlerin görev aldığının, hangi bilgisayarların ne yöntemle silindiğinin bütün ayrıntılarını yazmıştı.
İhbar mektubuna göre, Karargâh’ta Genelkurmay İkinci Başkanı’na kadar uzanan bir cunta oluşumu vardı.
Bu ihbar mektubunun ve ekindeki ıslak imzalı belgenin savcılığa ulaştığı bilgisi 23 Ekim 2009’da kamuoyuna yansıdı. O sırada, Başbakan Erdoğan bunu zaten biliyordu.
Savcılık, kendisine ulaşan ıslak imzalı belgeyi Adlî Tıp’a göndermişti; Adlî Tıp da imzanın “Dursun Çiçek’in elinin ürünü” olduğu görüşüne varmıştı. 24 ekim günü, Başbakan Antalya’dan Pakistan’a giderken bir
basın toplantısı düzenledi ve “Adlî Tıp
raporunun savcı beye ulaşmış olması lazım. Doğrular ortaya çıksın.
Türkiye Cumhuriyeti devletini zan altında bırakmaya hiç kimsenin hakkı yoktur” diyerek belgenin aslından ve hakkındaki Adlî Tıp raporundan haberdar olduğunu yansıttı. Söz konusu ihbar mektubu 26 Ekim 2009’da basında yer aldı. Başbakan Erdoğan, ertesi gün Pakistan’dan İran’a geçerken gazetecilere, dönüşte Başbuğ’la konuşacağını söyledi.
Erdoğan-Başbuğ görüşmesi 29 ekimde gerçekleşti. Erdoğan, bu belgeyle ilgili bütün subayların sivil savcılarca sorgulanmasına izin vermesini Başbuğ’dan istedi. Başbuğ, hukuk dışı faaliyet içinde bulunan subayların Genelkurmay’da kalmasına müsaade etmeyeceğini, ancak yargının sonucunun beklenmesi ve bu süreçte silahlı kuvvetlerin yıpratılmaması gerektiğini söyledi. Erdoğan, bu görüşmeden hemen sonra,
Başbakanlık görevlilerinden bir çalışma yapmalarını istedi. Bu çalışma, Genelkurmay Başkanı’nın ve 1.
Ordu Komutanı’nın nasıl görevden alınabileceği üzerineydi; generalleri
açığa alma, görevden el çektirme ve istifalarını talep etme durumunda ne olacağı, böyle bir kararın hangi aşamalardan geçerek yürürlüğe gireceği,
itiraz hakkının nasıl işleyeceği ve belli şahısların görevden alınması durumunda komuta kademesinin nasıl oluşacağı gibi ayrıntılar, çalışmanın konusuna dahildi.
Çalışma, Başbakan’ın talebinden iki gün sonra tamamlandı ve kendisine sunuldu. Erdoğan raporu inceledi ve “bekleme” kararı aldı. 3
Kasım 2009 günü, AKP’nin
Meclis Grubu’nda konuşurken İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı yine gündeme getirip “Yönetici makamındakiler tutucu davranmamalı, zanlıları yargıya teslim etmeli” diyerek adını vermeden Başbuğ’a seslendi.
7 kasımda Başbakan’ın katıldığı bir toplantıda konuşan
Star gazetesi yazarı Berat Özipek, İrticayla Mücadele Eylem Planı’na değinerek “
Özal olsaydı Genelkurmay Başkanı’nı görevden alırdı, bunu basın toplantısıyla açıklardı, Genelkurmay Başkanı görevden alındığını televizyondan öğrenirdi” deyiverdi. Ve salonda kuvvetli bir alkış koptu. Erdoğan o anda duyduğu rahatsızlığı, 8 kasımda “Darda kalıyorum” diye ifade etti. Bir adım daha ileri gitti: “Islak imza kilidi çözer.
Adli Tıp ‘Dursun Çiçek’in elinin imzasının ürünüdür’ diyor, vaka budur.”
İşte şimdi bu noktadayız. Suç belgesini sızdıran subaylar, “Iğsız emri verdi, Çiçek imzayı attı, Başbuğ biliyordu” demeyi sürdürüyorlar. Başbakan, bu subayların kanaatinden haberdar ama “son sözü” sivil yargının söylemesi gerektiğinde ısrarlı. Komplo belgesinin sorumlularının cezalandırılması için Başbuğ’un üzerine düşeni yapmasını istiyor.
Orgeneralin istikbalini, bu konuda ne yapacağı belirleyecek. Tabii, Başbuğ ve diğer komutanları suç belgesine bağlayan yeni bir belgenin ortaya çıkma ihtimali de kulislerde konuşuluyor. Başbakan, kulislerden haberdar ama şüphelerle değil, delillerle hareket etmeyi yeğliyor. Ve öncelikle Çiçek’in sivil savcılara vereceği ifadeyi merak ediyor. Erdoğan’ın komutanları nasıl görevden alabileceğini anlatan rapor da, bu esnada Başbakanlık’ta bekletiliy