Batı’da sel, Doğu’da kan


Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun konuşmasını dinlerken, herhalde devlet, kiraya verdiği Savarona’yı geri isteyecek ve İstanbul’un o güzelim kedilerini, köpeklerini çifter çifter yata bindirip Akdeniz’e doğru yola çıkaracak diye düşünebilirdiniz. “Bu hakikaten bir tufan belirtisidir,” diyordu Eroğlu, “buna ne Türkiye’de ne Amerika’da ne de hiçbir yerde alınacak önlem yoktur.” Şaka gibiydi... Tekirdağ ve İstanbul’da sular altında son bulan hayatların hazin hikâyelerinden bîhaber olsaydınız, Eroğlu’nun sözlerine gülebilirdiniz belki. Meteorolojinin, yağacağını günler öncesinden bildirdiği ama Ankara’daki hükümetin de, İstanbul’daki belediyenin de, önlem alması için vatandaşı uyarmaya hiç zahmet etmediği şiddetli yağmurdan bir nevî Nuh tufanıymışçasına bahsedip, “bunun önlemi yoktur” diyen bir Çevre Bakanı’nı ciddiye almak zordu zira. Aynı Çevre Bakanı’nın aynı konuşmada, “Ne zaman dere yatağı işgal edilirse, yatak, işgal edilen alanı belli bir süre sonra da olsa geri alır. Bu tabiatın kuralıdır’’ demesiyse işin cabasıydı gerçekten. Demek ki, tabiat çok da büyük bir sürpriz yapmamış, kuralına uygun davranmıştı aslında... Nitekim yine Eroğlu, “Bundan sonra, devletin mülkiyetindeki alanlardan başlayarak işgal edilen dere yataklarının belediyenin de yardımıyla boşaltılması gerektiğini” söylüyordu. Demek ki alınabilecek bir önlem vardı; hükümet ve belediye, dere yataklarına tecavüz edilmesine müsamaha göstermese, felaket bu boyutta olmayabilir, onca insan ölmeyebilirdi... Eroğlu, her cümlesi bir önceki cümlesindeki iddiayı çürüterek ilerleyen bu açıklamasını, yedi küsur yıldır hükümeti, onbeş küsur yıldır da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni elinde tutan siyasi partinin mensubu olarak yaptığının farkındaydı kuşkusuz. Dolayısıyla, o dere yataklarının işgalinde birinci derecede sorumluluk taşıdığını da biliyor olmalıydı... Tıpkı dün sabah, sel suları altında kalan belediye otobüsü görüntülerinin kapladığı ekranlarda boy gösterip afetzede İstanbul halkıyla alay edercesine “bunlar sizin tedbirsizliğinizin sonucu” diyebilen Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş gibi, Eroğlu da, ölümlerin şiddetli yağıştan ziyade şiddetli ihmalin sonucu olduğunu bence anlıyor ama itiraf edemiyordu. Bugünkü manşetimiz, hükümetin ve belediyenin “seksen yılın en şiddetli yağışı”na mâl ettiği felaketi, “seksen yılın en şiddetli ihmali”ne mâl ediyor. Dün yazıişlerinde, birinci sayfayı hazırlarken bir başka manşet önerisi üzerinde daha durduk. Doğrusu, “kötü” bir yazıişleri toplantısıydı. Çünkü masamızda sadece “ölüm” vardı. Batı’da sel, Doğu’da kan... Her yerde ölüm... Bir “ölüm parantezi”nde yaşadığımızı düşündürüyordu önümüzdeki haber listesi... Doğu’da, çeyrek yüzyıldır olduğu gibi, asker üniformalı çocuklarla gerilla kıyafetli çocuklar birbirini öldürüyordu. Ya da cumhuriyet tarihi boyunca, Kürt meselesini, değil çözmek, uygulamalarıyla büsbütün derinleştirmiş bir devlet, Türküyle Kürdüyle kendi çocuklarını öldürmeye devam ediyordu. Batı’da, dere yataklarının işgaline göz yuman, kaçak yapılaşmaya aldırmayan, nereye ne kadar yağacağı önceden belli olan yağmura karşı alınabilecek önlemler konusunda hiçbir uyarıda bulunmayan devlet, kendi çocuklarını sel sularında boğuyordu. “Ölüm parantezi” bugüne uygun bir manşetti aslında... Ama bu parantezi kırma çabasını da görmezden gelmek istemedik; hükümetin Doğu’daki kanı durdurmak için başlattığı açılımı yok sayamadık. Önceki gün Eruh’ta şehit düşen Yusuf Ulaş’ın babası, oğlunun cenaze töreninde, “Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın başlattığı Kürt açılımını herkesin desteklemesini bekliyoruz” diyebiliyorduysa eğer, bize düşen de bu çağrıya katılmaktı. Gökyüzünün defalarca kırıldığı korkunç bir gecenin ve hazin haberlerle dolu bir günün ardından, İstanbul’un, koyu gri bulutları yavaşça başından atıp yeniden pembe bir ufuk çizgisine bakmaya başladığı yorgun akşam saatlerinde, biz de gözlerimizi, devletin çocuklarını artık öldürmeyeceği bir geleceğe çevirmek istedik
<< Önceki Haber Batı’da sel, Doğu’da kan Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER