Bir dönem, “ılımlı
İslam” sözüyle
Türkiye’deki laik kesimin paranoyasını besleyen, sonra da tepkiler üzerine bu sözü tedavülden kaldırınca, bu sefer aynı kesimin “ABD, Ilımlı İslam Projesi’ni terk ediyor” türünden kehanetlerine mazhar olan
Washington, kendisine alternatif bir kalıp bulmuşa benziyor:
“
Avrupalılaşmış İslam.”
Aslında büsbütün yeni bir söz değil bu... Adı ve fikirleri son dönemde Amerika’daki neo-con (yeni muhafazakâr) tayfa tarafından bilumum saçma teoriye malzeme yapılan 94 yaşındaki
Ortadoğu tarihçisi Bernard Lewis, iki yıl önce, “Avrupa’nın geleceği ne olacak” sorusuna şu cevabı vermişti:
“Eski Kıta’nın önünde iki seçenek var; ya İslamileşmiş bir Avrupa çıkacak ortaya ya da Avrupalılaşmış bir İslam.”
Lewis’in cevabı ilk anda çok çarpıcı ama bu formülü, mesela İsviçre’de minarelerin referandumla yasaklanabilmesi ya da Fransa’da Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin
teşvik ettiği “asimilasyon temelli ulusal kimlik” anlayışı ile birlikte düşündüğünüzde, içindeki zekâ dozu da eksiliyor sanki.
“İslamileşme” paranoyasına kapılıp, “aman medeniyetimiz elden gitmesin” hesabıyla, “
yasakçı” ve “kimliksizleştirici” bir zihniyete doğru ilerleyen Avrupa’nın “Avrupalılık” ile anlatılmak istenen özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik değerleri nereye kadar koruyabileceği sorusu, Eski Kıta’nın geleceğinin Lewis’in öne sürdüğü iki alternatifle sınırlı olmayabileceğini hatırlatıyor zira.
Ama bu
tartışma bir yana, “Avrupalılaşmış İslam” kalıbı, İsviçre’deki yasakçı cepheden, Sarkozy’nin Avrupa Birliği’ni bir “
Yahudi-Hıristiyan kulübü” gibi görmesinden ve Lewis’in yakın çevresindeki neo-con’lardan hiç de hazzetmeyen Obama yönetimince de kullanılıyor artık.
Siftahı da birkaç ay önce,
Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton yaptı...
Ekim ortasındaki
Rusya turu sırasında,
Kazan şehrine giderek bugüne dek
Tataristan’ı ziyaret eden ilk üst düzey Amerikalı olan Clinton, Moskova’nın 700 km doğusundaki bu “uzak” şehirde bulunma nedenini “dinler arası işbirliğini selamlamak” diye açıklamıştı.
Toplam üç milyon 800 bin nüfuslu Tataristan’da, nüfusun yüzde 53’ünün
Müslüman, yüzde 40’ının Ortodoks olması ve her iki cemaatin de
ibadet özgürlüğü konusunda sıkıntı yaşamaması Clinton’ı etkilemiş olmalı ki, ziyareti ertesinde, Tataristan’dan “Avrupalılaşmş İslam’ın en iyi örneklerinden biri” diye söz ediverdi.
Bu tarifin geri planında ise, Rus kökenli Amerikalı
profesör Nikolas Gvosdev’in Obama yönetimine aktardığı görüşler vardı.
Gvosdev, Tataristan hakkında, “Burada Avrupalılaşmış bir İslam var; Batılılaşmış bir İslam. Bir yandan, İslami ama bir yandan da Batılı bir toplumda aktif olabilen bir
inanç ve hayat tarzı var... ABD’nin Müslüman dünyayla ilişkilerinde yararlanabileceği bir örnek var” diyor.
Bu konuşmaları bir ucundan takip ettiğim için, geçenlerde, Heybeliada Ruhban Okulu’nun bir türlü açılmamasından yakınan bir Amerikalı diplomatın, “Gayrımüslimlerin inanç özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar, Türkiye gibi Avrupalılaşmış bir İslam
ülkesine yakışmıyor” sözüne şaşırmadım.
Şaşırmadım ama “Bize İslam ülkesi demeyin” diyerek sinir krizleri geçirmeye pek yatkın olan malum laiklerimizin bir köşede durduğunu bildiğimden, Amerikalıların bu kalıbı Türkiye için yaygın biçimde kullanmaya başlamaları halinde olacakları da merak ettim doğrusu.
Tabii, hükümetteki Müslümanlar arasında, esasen “radikalizmden uzak, demokratik ve seküler düzenle barışık bir İslam” fikrini anlatan “ılımlı İslam” sözüne, hakarete uğramışçasına “hâşâ İslam’ın ılımlısı olmaz” diye tepki gösterenler olduğunu da unutmadım.
Esasen, AKP’lilerin de, CHP’lilerin de “Türkiye, ‘Avrupalılaşmış’ ya da ‘Avrupalılaşan’ ya da ‘Avrupalılaşmak’ isteyen bir Müslüman ülke midir” sorusuna ne
cevap vereceklerinden emin değilim.
Ama kuvvetle muhtemeldir ki, “Avrupalılaşmış İslam” sözü gerek Eski Kıta’daki Müslüman nüfusun “birinci
sınıf” kabul edilme mücadelesi, gerekse Amerikalıların “radikal İslami
terör” korkusunu besleyen son saldırı girişimi ertesinde giderek daha fazla kullanıma girecek... Biz de bu sayede, “kimliği” ile
kavga etmekten bir türlü vazgeçemeyen memleketimizin “Avrupalılaşmışlık” ve “Müslümanlık” özelliklerinin hangisini ne kadar işitmeye tahammüllü olduğunu bir kez daha tartabileceğiz.
O zamana dek, bayat
komplo teorilerini “Washington’ın yeni yeşil kuşak projesi” diye ısıtıp sofraya sürmek isteyecekler için, ABD yönetiminin “Avrupalılaşmış İslam” kavramından ne anladığını, yetkilisinin ağzından aktarmakta yarar olabilir.
Başkan Obama’nın Washington’a getirdiği yeniliklerden biri olan “Müslüman cemaatler nezdinde özel temsilcilik” görevinin ilk sahibi,
Keşmir doğumlu Amerikalı kadın diplomat Farah Pandith, “Avrupalılaşmış İslam”dan “Müslüman olmak ile Batılı olmak arasında bir denge” olarak söz ediyor... Pandith’e göre, “Müslüman olmak ile Batılı olmak arasında bir
tercih yapmak gerekmiyor; İslam’la
demokrasi iç içe var olabileceği gibi, bir insanın hem
modern hem Müslüman olması da mümkün.”
İlgilisine duyurulur.