Aday olamayınca CHP’li
Mehmet Sevigen kardeşimiz ayılıp hidâyete ermiş:
“Sosyete partisi olduk!”
Zâten ne partisiydiniz ki?
En yüksek oyu Nişantaşı,
Cihangir,
Moda ve Bahâriye’den alacaksın ve sonra da adına “Halk” kelimesini ekleyerek sanacaksın ki “emekçi” kitleler seni omuzlayıp taht’a götürecekler. Evet, bir yere götürürler hoplayıp ve hoplatıp ama orası “cülûs” salonu değil “siyâset” meydanıdır ve orada adamı maazallah sallandırıverirler - “siyâseten” tabii!
Adı üstünde, siyâset meydanı.
La Fayette Markisi Marie-Joseph (Marie-Joseph, Marquis de la Fayette, 1757-1834) tam bizdeki moda deyimle bir “beyaz”
Fransızdı. Ama Fransız yüksek aristokrasisi mensûbu olmasına rağmen
Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda (1772-76) General George
Washington saflarında ve onun çok yakınında savaşdı. Bugün pek çok Amerikan kasabası ve birkaç Amerikan harb gemisi onun adını taşır. 2002’den bu yana da ABD “fahrî yurddaşı”dır.
La Fayette gerçi
İngilizlere karşı savaşmışdı ama tasavvurunda
Fransa için İngiliz modeli bir meşrûtî monarşi modeli vardı. Yâni Kral XVI. Louis’e düşman değildi. Nitekim Saray’a alındı ve Muhâfız Alayı vs. gibi çok önemli kumandanlıklarda bulundu. İhtilâl’de Danton’un tedhişçilerine karşı Louis’yi savundu vs. ve sonunda İhtilâl tarafından “hâin” îlân edildi, kelleyi giyotinden kıl payıyla kurtardı falan. En önemli sözlerinden biri ise Yüce
Önder Atatürk’den aşırdığı “Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir.” cümlesidir. Ben bâzı Kemalist bilginlerimizin, meselâ ne bileyim Sînâ Akşit’in neye şimdiye kadar farazâ “Fransız Devrimi’nin Oluşumunda Atatürk’ün Etkileri” adlı bir araştırmaya hâlâ imzâ atmamış olduklarını anlayabilmiş değilim.
Neyse, tüyo benden mürüvvet onlardan.
Sözü La Fayette’den açmama sebeb şu:
Bu târihî şahıs, prensiplerine bağlı olması, yâni eyyam-perest olmaması ve hâdiseleri doğru anlayıp tahlîl etmesi dolayısıyla sâdece alkış almamış, çok da zorluklara göğüs germek, hattâ bir ara kendi kellesi için endîşelenmek zorunda kalmışdır. Ama zaman onu haklı çıkarmış ve büyük şans eseri olarak o da bunları hayatdayken görebilmişdir.
Fakat pek çok akıllı ve dürüst insan bu kadar tâlihli çıkmaz. Nitekim kendi yakın ve en yakın târihimize bakdığımız zaman bunun düzinelerce örneğini rahatlıkla bulabiliriz. İşte Nâzım Hikmet, işte Sabahaddin Âlî (Ali değil!!!) ve işte Necib Fâzıl!
“Sağlığında nice ehl-i hünerin
Bir tutam tuz bile yokdur aşına.
Öldürüp evvel onu açlıkdan
Sonra bir
türbe dikerler başına.”
Benim La Fayette örneğini vermekliğime bir başka sebebse bu zâtın Fransa’da zaman zaman ne Îsâ’ya ne Mûsâ’ya yaranamaz pozisyonlara düşmesidir. Günümüz Türkiyesi’nde bunun misallerini de bolca görüyoruz. Filanca görüşden olduğunuz halde başka görüşden birinin bâzı fikirlerini de doğru bulmaya cür’et etdiğiniz anda siz pek çok kişinin gözünde derhâl bir “hâin”e dönüşüveriyorsunuz. Mübârekler sanki siyâsî mücâdele vermiyorlar din uğruna gazâya girmişler!
Bu da bâzen beni hüzünlendirmiyor desem yalan olur.