Dün Rahmetli Turgut
Özal’ın 18. Vefât Yıldönümü’ydü. Bâzı arkadaşlar çok güzel yazılarla onu andılar.
Bu
anma yazılarına, dün sıram olmadığı için 24 saat gecikmeyle ben de katılmak ve onunla ilgili bir hâtıramı nakletmek istiyorum. Böylece benim Özal’ı niçin sâdece bir devlet adamı olarak takdîr etmekle kalmayarak aynı zamanda şahsen kendisine şükran borçlu olduğum da anlaşılacakdır:
Ben Özal’ı ömrümde sâdece iki kere gördüm. Biri Paris’de ikincisi Bonn’da. İlkinde henüz müsteşardı, ikincisindeyse yeni başbakan olmuşdu. Fakat bana yine de çok büyük bir iyiliği dokunmuşdur.
Haklarındaki, aslında zararsız bir yazımdan ötürü 12
Eylül Alçaklarıyla başım belâya girmişdi. Yedi yıl
Türkiye’ye giremedim. Hikâyem bununla ilgili. Bu yedi yılın sonlarına doğru zamânın
Almanya Cumhurbaşkanı Sayın Richard von Weizsäcker, Türkiye’ye uzun yıllardan sonra ilk kez olarak bir “Batılı” devlet adamının yapacağı ve kendilerinin Türkiye’yi artık tedrîcen, tâbir yerindeyse, “adam yerine koymaya” başlayacakları mesajını vereceği
geziye giderken yanına beni de aldı. Hakkında yıllardır tutuklama karârı olan ve bir tür vatana ihânetden 15 yıl ağır cezâ istemiyle yargılanması planlanan bir şahsı berâberinde götürmesi de tabii ki sarih bir mesajdı. Beni
tatlı sohbetim için yanına almıyor, “avcılarım”a düzayak Türkçeyle “Sıkıysa gelin de alın!” diyordu.
Yâni Rahmetli Özal başbakandı ama pek çok ip, yakın zamâna kadar hâlâ olduğu üzere başkalarının elindeydi. Gerçi hâlen de bâzı iplerin kimin elinde olduğundan pek emin değilim ama bu bahs-i dîger.
İşte bu gezi esnâsında bizim grup Sayın von Weizsäcker’in bir randevusundan öbürüne koşuştururken bir ara yanıma tanımadığım iki bey yaklaşdı ve biraz hoşbeş etdikden sonra mevzû benim duruma geldi. Bana kısaca ve tam anlayabileceğim şekilde “Şöyle şöyle yaparsanız iyi olur.” dediler ve bir
telefon numarası da vererek ne zaman bir sualim olsa gece yâhut gündüz buradan kendilerini atayabileceğimi söyleyerek yanımdan uzaklaşdılar. Kendileriyle bir daha hiç yüz yüze gelmedim. Ancak müteaddid kereler telefonlaşdım. Hakıykaten de ne zaman arasam hep ikisinden biri derhâl çıkıyordu. Onların beni doğru yönlendirmesi sonucu 13/14 ay gibi Türkiye için hızlı sayılabilecek bir zaman zarfında o belâdan kurtuldum. Tabii bu karârı sınır kapılarına ulaştırabilmek de yaklaşık altı ayımı aldı ki o da bir başka
komik hikâyedir. İkinci
sınıf baskı rejimlerinin
iletişim şebekeleri de ikinci sınıfdır. Neyse.
Tabii şimdi bütün bunların arkasında
Turgut Özal’ın bulunduğunu nereden bildiğim sorusu zihinleri kurcalayabilir.
Biliyordum!
Nerden bildiğimi ise müsaadenizle kendime saklayayım.
Turgut Özal çok akıllı bir adamdı!
Elbet bunları benim kara kaşım kara gözüm için yapmıyordu. Zîrâ benim durumumda olan daha bir dizi insan daha vardı ve benim dâvâ “emsâl” teşkîl ediyordu.
Dedim ya Turgut Özal çok akıllı bir adamdı.
Kendisini bir kere daha rahmet ve minnetle anıyorum.