Ak Parti’nin yeni
iktidar olduğu yıllardı. Ülkemiz henüz 28 Şubat’ın etkisinden kurtulamadığı için; hava sisli ve pusluydu. Ortamdaki kesafet yer yer nefes almamızı zorlaştırıyordu. Çünkü daha 5 yıl önce -sırf dünya görüşlerinden dolayı- postmodern bir darbeyle görevden uzaklaştırılanların içinden süzülüp gelmiş bir görüş, iktidara, hem de tek başına, gelmişti.
Milleti istediği gibi yönlendirip, ona “keyfe ma yeşa” hükmedenlerin keyfi kaçıyor,canları alabildiğine sıkılıyordu.
Ne yapıp edip bu iktidar görevden uzaklaştırılmalıydı. Öyle ya, onların asıl vazifeleri sistemi, (kendi menfaat sistemlerini) millete karşı korumaktı. Bu gerilim ortamında hükümet de ne yapacağını bilemiyor, herhangi bir konuda adım atmakta çok zorlanıyordu. Derken, “öz”ü ülkesinin değerlerinden uzak olmayan, cesur bir
komutan yapılan insafsız planları “lanetleyerek” tarihe geçti. Böylece hükümet ve ülkemiz bir nebze de olsa rahat nefes alabilmişti.
Sırça saraylardan değil, milletin içinden çıkan
Anadolu Evlatları ülkelerine samimi
hizmet etmek istiyorlardı. Ancak onlar suçluydu. Çünkü; sistemin hakimleri gibi düşünmemek kadar ağır bir suç irtikap ediyorlardı! Bu yüzden ivedilikle görevden uzaklaştırılmalıydılar. Kendi sırça saraylarının tuğlalarının bir bir yerinden söküldüğünü gören zihniyet hop oturup hop kalkıyor, plan üstüne plan yapıyor, ellerini başlarının arasına alıp kara kara düşünüyorlardı…öyle cesur ve pervasız idiler ki; iktidarın alaşağı edilmesi gözlerini öyle bürümüştü ki; bir millete savaşta bile yapılmayacak muamelelerin planlarını kendi emelleri uğruna yapmaktan bir lahza dur olmuyorlardı.
Ancak kainatta “sünnetullah” adı verine
kurallar işliyordu. Suçlular’ın suçlarının bir gün ortaya çıkması gibi bir kural vardı. Asayişin temsilcileri, isimleriyle özdeşleşen görevlerini bihakkın yaparken, “Öz” ü millet sevdasıyla yoğrulanlar suçluları tesbit ediyor, bir milleti ayakta tutacak en önemli amilin “hukuk müessesi” olduğunun farkında olan vicdanı hür yargıçlar da verdikleri kararlarla millet vicdanıyla çelişmiyorlardı. İktidar olup, muktedir olamayanlar ise yollarındaki taşlar, tuzaklar bir bir temizlendikçe muktedirleşiyor, hizmetlerini daha rahat ifa edebiliyorlardı.
Bu anlattıklarımız geçmiş 9 yılın kısaca özetidir. Gelelim bundan sorasına:
Evet, Ak Parti
Ergenekon davaları vesilesiyle rahatladı ve ancak ülkeyi o zaman rahatlatabildi. Bu gerçekler bütün çıplaklığıyla göz önünde iken, Ak Parti Ergenekon davasına gölge düşürebilir mi? Henüz devlet-millet kaynaşması tam olarak sağlanamamışken, geçmiş iktidarların yaptığı hataya düşüp “devletleşebilir” mi?
Doğrusu yapmaz derdim ama “
şike yasası” bendeki bu düşünceyi kırdı. Şimdi de
Başbakan yardımcısı Beşir
Atalay ve ekibi tarafından hazırlanan “
demokratikleşme paketi” adlı içeriği tam olarak bilin(e)meyen paket, bu milletin bir ferdi olarak beni ciddi ciddi düşündürüyor.
Demeyin Ak parti bunları düşünmüyor mu? Düşünür tabii ki; ancak yukarılara çıktıkça görüş açısı azalır. Aşağıdaki bir insanın rahatlıkla gördüğü bir şeyi yukarılardakiler bazen göremeyebilirler.
İnşaallah Ak Parti böyle bir hataya düşmez. Eğer düşerse bu Ak partinin Oksijen Tüpünün fişini çekmesi manasına gelir. Sadece kendi kaderleriyle değil, sorumluluğun zirvesinde oldukları için ülkenin kaderiyle çok acı bir şekilde oynarlar.
İnşaallah bütün bu düşüncelerim sadece bir vesveseden ibarettir.
Not: “
Hükümet, Öğretmenlik Mesleğinin Öneminin Farkında mı” adlı yazımdan sonra onlarca
mail aldım. Okuyucularıma maillerinin hepsini okuduğumu söylemek istiyorum. Meğer eğitim camiamızın ne kadar da çok sorunu varmış. Bu hayattaki en önemli mevzu olarak addettiğim “eğitim” konusunda, inşallah ileriki günlerde yazmaya devam edeceğim.
Taha ÜNAL
Din Sosyolojisi Uzmanı
[email protected]