Darbeye teşebbüs iddialarının özünü oluşturan
Ergenekon ve
Balyoz davalarının nasıl sonuçlanacağı,
Türkiye'nin en önemli
gündem maddesidir.
Bu davaları bekleyen en büyük
tehlikenin, sulandırılma, bulandırılma ve özünden uzaklaştırılma olduğunu başından beri söylüyoruz. Vesayete payandalık etmiş, 28
Şubat sürecinde mesleki açıdan dibe vurarak cuntacılara teslim olmuş medyada bir mahcubiyet yok. Tam tersine, inceden inceye, kızarmaz bir yüzle "bunu da atlatırız" gayretinde ve havasındalar... Tehlike devam ediyor. Vesayet zihniyeti, yaptıklarından pişmanlık duyduğunu asla söylemiyor. İnkâr edilemez hale gelen onca belgeye,
sanık itiraflarına rağmen, sanki hiçbir şey olmamış gibi diklenmeler, meseleyi, "asker düşmanlığı yapılıyor" saptırmasına boğma çabaları hiç bitmedi. Bir yandan da, anlayamadığımız bir gevşeklikle,
Sivas,
Maraş katliamlarının,
faili meçhul cinayetlerin,
darbeler için zemin olsun diye yapılmış kanlı provokasyonların üzerlerine hâlâ ciddiyetle gidilmiyor.
Hrant Dink ve
Muhsin Yazıcıoğlu cinayetlerinin açığa çıkarılmasındaki umut, Sayın Cumhurbaşkanı'nın sahiplenmesi ile devam edebiliyor.
Bugüne kadar yapılmış bütün darbeler, askerî müdahaleler bir bütündür. Maalesef, Silahlı Kuvvetlerimiz, cuntacı bir zihniyetin eline düşmüş. Değilse, 27
Mayıs darbesinden itibaren on yılda bir darbe zeminleri için
kaos ortamları hazırlanıp, sıkı
yönetimlere, oradan da darbelere nasıl geçilirdi?
Ergenekon ve Balyoz davalarının, yani darbeye teşebbüs davalarının selameti bugün, Sivas ve
Kahramanmaraş katliamlarının aydınlanmasına bağlıdır. Bu iki katliam çözülmeden,
demokratikleşmenin önü açılamaz.
Bakınız, iki gün önce "Maraş katliamı"nın yıldönümüydü. 33 yıl önce Kahramanmaraş'ta, Sünniler bizzat devletin istihbarat güçleri tarafından kışkırtılarak ve organize edilerek,
Alevi ve sol görüşlü vatandaşlarımıza yönelik bir katliam yapıldı. 19-26
Aralık 1978'de meydana gelen olaylarda 111 kişi öldü, 176 kişi yaralandı. 210 ev, 70 işyeri tahrip edildi. Ve 26 Aralık 1978 günü, İstanbul'la birlikte 13 ilde
sıkıyönetim ilan edildi. Olaylar sırasında
Bülent Ecevit, başbakandı. İlk işi, dönemin İçişleri Bakanı
emekli Orgeneral İrfan Özaydınlı'yı görevden almak oldu. Yerine Hasan Fehmi
Güneş'i getirdi. Sayın Güneş birkaç gün önce
Habertürk televizyonunda Balçiçek İlter'in programında şunları anlattı:
"Kahramanmaraş'ta büyük bir cinayet, bir katliam oldu. Ve ben bu katliamı Kahramanmaraşlıların birbirine yaptığı kanısında değilim. Dışarıdan getirilen, tedarik edilen kişiler Maraşlılara yaptı. Ama tabii bir Maraşlı da alet oldu...
Nüfus sayımı yapacağız diye, Alevilerin evi tespit edilmiş, yakılacak evler işaretlenmiş. Bütün bunlardan bir saldırı olacağı anlaşılabilirdi, yönetim bu demek. Gerçi istihbarat bilerek bilgi vermiyordu bize. Ben istihbarat örgütünün oradaki katliama katkı yaptığı konusundaki iddianın aklanmadığı kanısındayım. Engel olmuyor meselesi değil sadece, bizzat katkı yapıyor. Ve bu bildirilmiyor yönetime. Tedbir alınmıyor. Ben, bütün
bakanlık görevim boyunca MİT'ten bilgi alamadım. Olayların öncesinde valiye istihbarat verilmedi, askeri çağırmakta da geç kalındı. Gelen asker de yeterli değildi. Tüm bunların sonucu olarak tertip başarıya ulaştı.
Askerî darbe olmasını isteyenler Türkiye genelinde sıkıyönetim ilan edilmesini istiyordu, sıkıyönetim ilan edildi.
"Yapılmak istenen oradaki insanları öldürmekten ibaret değil, asıl istenen, Türkiye'nin askerî yönetime devredilmesiydi. Darbe deyin, sıkıyönetim deyin ne derseniz deyin. Tek istenen, bunlar için ortam hazırlamaktı. Demokratikleşme sürecinin önünü kesecek askerî bir rejim getirmek istiyorlardı. Ülke darbenin bir önceki basamağına getirildi. Bunu görmek lazım..."
Evet, şimdi çağrımız var: 1. Sivas ve Maraş katliamlarına
TBMM el atmalıdır. 2. Başbakanlık'a bağlı MİT'le ilgili bir
soruşturma başlatılmalıdır.