Ürdün Kralı Abdullah 2004'te, Arap
ülkelerinin 'Şii
hilali' tarafından kuşatıldığını söylediğinde
kıyamet kopmuştu.
Krala göre hilal,
İran'dan başlamakta, Şii hâkimiyetinin arttığı
Irak'ı kapsayarak,
Alevi elitlerin yönettiği
Suriye ve Şii nüfusunun giderek arttığı
Lübnan'dan geçerek Körfez'e uzanıyordu.
Mısır'ın sabık Devlet Başkanı Mübarek, Suudi
Dışişleri Bakanı Faysal ve başkaları da Şii hilali tehlikesine dikkat çektiler.
ABD işgaliyle Şiilerin Irak'ta iktidara gelmesi ve Lübnan'da
Hizbullah'ın yönetimi şekillendirecek güce kavuşması üzerine Şii hilali tehlikesine vurgu arttı. Hizbullah'ın
İsrail'e direnişi ve Tahran'ın İsrail/ABD karşıtı söyleminin etkisiyle Ortadoğu'da sokaklar ve
İslam devrimine sempati duyan bazı aydınlar İran
siyasetine sempatiyle bakarken, Arap siyasi liderlerin yanı sıra
Muhammed İmara ve Yusuf Kardavi gibi saygın alimler, ısrarla Şii hilali tehdidine
parmak basıyordu. İranlı yetkililer ise kamuoyu önünde bu görüşü hep reddetti.
Hamaney, bunun Batı kaynaklı olduğunu, İslam ümmetini bölmeyi amaçladığını savundu. Ahmedinejad da İslam'ın tek olduğunu dile getirdi. Ortadoğu'da aktif siyaset izlemeye başlayan
Türkiye ise bu tartışmayı göz ardı ederek yer yer
Sünni yönetimleri rahatsız edecek derecede İran'a sıcak bir çizgi izledi. Şii endişesinin adeta fobi haline geldiği Mısır, Ürdün veya Suudi Arabistan'a Türkiye'den giden herkese, İran'a karşı bu sıcaklığın gerekçesi soruldu. Bölgenin ortak çıkarları ve idealist bir perspektifle verilen cevaplar önemliydi: Türkiye, barış içinde bir
bölge istiyordu. Siyasi,
ekonomik ilişkiler ne kadar artarsa herkes o kadar kazançlı olacaktı. AB tecrübesi, Ortadoğu'da hayata geçirilebilir; Şengen'in yerine Şamgen ile vize serbestisi getirebilirdi. Mezhepsel temelde bir kutuplaşma hem Türkiye hem bölge için tehditti. Herkesle konuşabilen bir aktör olmak Türkiye için daha prestijliydi.
Türkiye, Ortadoğu'nun minyatürü olan Irak'taki aktörler nezdinde bu siyaseti izlediği gibi Lübnan'da da aynı çizgiyi sürdürdü. İran ve Suud'u soğukkanlı olmaya çağırırken, liderler arası temasları
teşvik etti. Sünni Araplar için kâbus olan İran'ın nükleer projesine de daha soğukkanlı baktı.
Nükleer silah sahibi İran'a karşı olduğunu sık sık açıklasa da Batılıları ve Sünnileri tedirgin eden tüm şüpheleri genelde İran lehine yorumladı. Diplomatik çözüm için
Brezilya ile kolları sıvadı. İran'a müzahir
politikada o kadar çaba gösterdi ki,
Güvenlik Konseyi'nde
Rusya ve Çin'in bile çekimser kaldığı İran'a
yaptırım kararında 'hayır' oyu kullandı. Füze
savunma sisteminin Türkiye'ye yerleştirilmesi gündeme gelince, tehdit listesinden İran'ın çıkarılması ve radarın ABD değil, NATO komutasında olması için aylarca pazarlık yaptı.
Mevcut ilişkilerini riske edecek kadar İran'ı kollayan bu politika, Tahran'dan gelen "NATO radarına saldırırız" tehdidinden çok önce Irak'taki ilk testten geçemedi. İki ülkenin Irak vizyonları birbirine ters düştü. Türkiye; bütün tarafların temsil edildiği bir
Bağdat'tan yanaydı. Bunu sağlayacak Irakiyye listesini destekledi. İran ise kendine yakın Maliki liderliğinde Şii dominant bir yönetimden yanaydı. İlginç şekilde ABD'nin de bu yöndeki tercihiyle İran'ın istediği oldu. Türkiye'nin çok taraflı siyasetine rağmen Lübnan'da da Sünni
Hariri liderliğindeki hükümet, Hizbullah etkisindeki hükümete yerini bırakmak zorunda kaldı. ABD çekilir çekilmez de Bağdat'ta yeni siyaset kendini daha iyi gösterdi. Daha önce bine yakın Sünni aydını gözaltına alan Maliki hükümeti, bu kez Türkiye'ye çok yakın Sünni siyasetçi ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı
Haşimi için tutuklama çıkarttı.
Arap Baharı dalgası Suriye'ye vurunca, İran-Irak-Suriye-Lübnan ekseni iyice ayyuka çıktı. Ülkesinde Sünni Baas'a savaş açan Maliki, Suriye'de Nusayri Baas'ı desteklemek için İran'la saf tuttu. Arap Birliği'nde Türkiye'nin de desteklediği Suriye'ye yaptırımlara karşı çıktı. Yaptırıma
itiraz eden diğer ülke, Hizbullah'ın etkisindeki Lübnan'dı. Gerçi Ankara'da hâlâ İran ile ilişkilerin mükemmel olduğunu, bazı çevrelerin bunu bozmak istediğini düşünenler olsa da dün basına yansıyan gelişme onları da şaşırtmış olmalı. Türkiye'nin yaptırımlarına karşı Suriye, topraklarından her gün geçen 200-300 Türk kamyonuna engeller çıkarmaya başladı. Türkiye de Irak'a başvurup alternatif bir koridor istedi. Ancak Bağdat, benzer talepte bulunan Ürdün'e, "Suriye'ye zarar verecek hiçbir uygulamayı kabul etmeyiz" cevabını verdi. Türkiye'ye diplomatik yolla aynı mesajı iletti. Bunca gelişmeden sonra Şii hilali için artık '
efsane' demek çok zor. Mezhepçi tutum karşısında Türkiye'nin yaklaşımı doğru ama aşırı iyi niyetliydi. Aynı iyi niyetle karşılık bulmayınca bu
manzara çıktı. Bari bu aşamada konuyu ciddiyetle ele alsak ve tarihi tecrübeyi kolayca
ihmal etmesek...