577 kişiden oluşan
Fransa Meclisi'nde, 50 kişinin katıldığı toplantıda, sadece 38 vekilin "
evet" oyuyla çıkarılan
yasa büyük tartışmalara neden oldu.
Mesele 1915'te
Ermenilere soykırım yapılıp yapılmadığı değil; mevzu tamamen ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına dayanıyor. 1915'te yaşanan hadiseleri soykırım sayan da çıkabilir, bu fikre çok sert bir şekilde karşı çıkan da. Ancak "1915'te soykırım olmamıştır." diyenleri hapse mahkûm eden, para cezasına çaptıran yasa, hem Fransa'nın geldiği anormal noktayı işaretliyor; hem
Avrupa'nın.
Sadece Fransa değil, Avrupa irtifa kaybediyor. Avrupa'nın bazı yöneticileri 'Batılı değerleri' içten içe çökertiyor. Buna sevinilmez, "Oh olsun!" denmez; çünkü Avrupa'nın demokratik çıtasının düşmesi sadece Avrupa'nın sorunu olarak kalmaz; nitekim kalmıyor. Aşırı milliyetçi söylemlerin nasıl büyük facialara neden olduğunu, Avrupa ülkelerinin unutmaması gerekiyor.
Açıkça görülen o ki, Avrupa'da
ırkçılık yayılıyor. Aşırı sağcı partiler dalga dalga büyüyor. İllegal ırkçı örgütler hem yaygınlaşıyor hem derinleşiyor.
Göçmen karşıtlığı üzerinden yapılan ırkçılık artık çuvala sığmayacak bir mızrak haline geldi. Tam da bu aşamada, Fransa'nın "Ermeni soykırımının varlığına karşı çıkılmasını cezalandıran yasa" ismiyle bir tasarıyı Meclis'ten geçirmesi hiçbir meseleyi çözmüyor; tam aksine konuyu daha da kördüğüm haline getiriyor.
Fransa'nın çıkardığı yasa Avrupa'da yaşayan Türkleri suçluluk psikolojisine itiyor. Avrupa'ya karşı duyulan tepkiyi artırıyor; hatta düşmanlığa dönüştürüyor.
Avrupa Birliği (AB) müzakereleri sırasında
Türkiye'ye karşı takınılan olumsuz tavrın yol açtığı büyük bir hayal kırıklığı zaten var. Özellikle
Sarkozy ve Merkel'in Türkiye'yi dışlayan tavrının AB kriterleri ile izahı mümkün de değil. Anlamsız tavır, sadece Türkiye'de değil, dünyanın önemli bir bölümünde AB'yi "Hıristiyan kulübü" durumuna düşürüyor.
"Ne yaparsa yapsın Türkiye asla AB'ye üye yapılmayacak" yargısı orada dururken, bir de Fransa, 1915 olaylarına müdahil oluyor. Üstelik bunu
tahrik ederek yapıyor, düşmanlık aşılıyor. Maalesef Avrupa, vizyonsuz hamleler vasıtasıyla bir
intihar yoluna giriyor. Kendi demokratik değerlerini hoyratça tüketen Avrupa, yeni bir demokratik standart oluşturma yerine geçen asrın başına dönüyor. Bu tam bir kaostur.
İslam fobisi Avrupa'daki bazı devletlerin yakasına yapışmış durumda. Başta da Fransa'nın. "Burka yasağı" ile oluşturulan
imaj, "minare ve ezan yasağı" ile zaten katlanarak derinleşiyor. "İslam düşmanlığı" ve "Türk karşıtlığı" imajının sürekli
tahkim edilmesi "Yeni Avrupa"ya hiçbir fayda getirmez. Dünya barışına da zerre miktar katkısı yoktur. Avrupa'da büyük bir yekûn teşkil eden Müslümanları küstürmenin, ötekileştirmenin, düşmanlaştırmanın vs. bedeli iyi
hesap edilemiyor.
Bir yandan "entegrasyon" isteyip diğer yandan nefreti körüklemek, en basit tabiriyle, bir basiret bağlanmasıdır. Daha kötü senaryolar da akla gelmiyor değil. Geçmiş asırlardaki çatışma kalıplarına dönülerek İslam dünyasının yeni bir kavganın göbeğine oturtulması kaygı verici bir gelişmedir. Dünyanın, n
e devletlerarası çatışmaya tahammülü kalmıştır, ne de dinler arası savaşlara.
Yeni bir
akıl tutulması ile karşı karşıyayız. Böyle ufûnetli dönemlerin tarihteki örneği sayılamayacak kadar çoktur. Bu gibi durumlarda âkil insanlara da âkil kitlelere de çok büyük sorumluluk düşüyor. Yangına körükle gitmekten kolay ne var! Önemli olan, bugünkü
siyah noktaların birleşerek yarınlarda ne kadar büyük bir karadeliğe yol açacağını görebilmek. Fransa'nın başını çektiği bu çatışmacı dil, dünyayı bir felakete sürükler. Bu gidişata dur demek için dünyanın her bir yanındaki devlet adamlarına, aydınlara,
iletişim uzmanlarına; hatta iş çevrelerine ihtiyaç var. Zira Avrupa'nın yıkılışı, yeni bir demokratik değerin yükselişi anlamına gelmiyor.
Çubuklu itiraf etti, ya diğerleri?
Taraf'ın, "AKP'yi ve Gülen'i bitirme Planı"nı ortaya çıkardığı günden beri çok büyük tartışmalara şahit olduk. Ta baştan beri bu belgeyi inkâr edenler oldu. Islak imzayı da görmezden geldiler, o belgeyi doğrulayan diğer belgeleri de yok saydılar.
Vaktiyle
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ, "bitirme planı" için "kâğıt parçası" demişti. Hatta o coşkun(!) ifadeye kendini kaptırıp Zaman'ı ve Star'ı
hedef gösteren köşe yazarları da oldu. Onlar kendilerini gayet iyi biliyor.
Askerî
savcılık daha belgeyi görmeden ilgili kişileri aklayıp paklamaya kalkışmıştı. Sağ olsun bazı meslektaşlarımız da, alelacele verilen o kararı esas kabul edip bizleri asker düşmanı ilan etmeye yeltenmişti.
Hafta içinde Genelkurmay Adlî Müşaviri
Tümgeneral Hıfzı Çubuklu mahkemede ilginç bir itirafta bulundu. "(Kâğıt parçası) tabiri, bir talihsizliktir. Ben bu görüşe katılmıyorum." dedi. Bu beyan, bir manada özür dilemektir. Vaktiyle yapılan kara propagandanın sonuç vermediği ortaya çıkmış oldu.
"AKP'yi ve Gülen'i bitirme planı" için Çubuklu özür diledi. Peki o gün
koro halinde "kâğıt parçası" diye tempo tutanların kamuoyuna bir özür borcu yok mu?
PANORAMA
Avrupa'da ırkçılık yayılırken, şiddet boyutu da azgınlaşıyor. Norveçli bir ırkçı 77 kişiyi öldürdü. Hafta içinde gelişen hadiselerden anlaşılıyor ki
katil Breivik, "deli raporu" verilerek kurtarılıyor. Bundan sonraki "deli"nin nasıl bir
eylem yapacağından endişe etmemek mümkün mü? Avrupa'nın âkil kişileri gereksiz konulara kafa yorup
kriz çıkaracağına hangi ortamın bu kadar "deli" ürettiğine bakmalı...
Eski
CHP lideri Deniz
Baykal eşiyle beraber
Tayyip Erdoğan ve ailesini ziyaret etti. İnsanî bir manzaraydı.
Başbakan'a, "geçmiş olsun" ziyareti yapılması da çok şıktı, ailelerin bir araya gelmesi de. İster istemez "
kaset olayı" sırasında söylenen ağır sözler geldi aklıma. Demek ki fırtınalar diniyor ve insanlar yine yüz yüze bakıyor.
Çok yoğun gündemi olan bir haftayı geride bıraktık; Ayhan Çarkın'ın
cinayet mahallini göstermesi, Fransa Parlamentosu'ndaki
oylama... Dünyanın her yerindeki bu haberlerde bir mevzu çok dikkat
çekici: Cihan, hemen her haberi yerinden bildiren bir ajans. Takdir etmemek, alkışlamamak haksızlık değildir de nedir?
Fransa Meclisi'nden çıkan ve ifade özgürlüğüne pranga vuran yasa ne kadar eleştirilse azdır; ancak soğukkanlılığı elden bırakmamak kaydıyla. Türkiye'deki
gazete manşetlerine bakar mısınız lütfen: "Küstah Fransız'a haddini bildirin" (
Takvim), "45 manyak" (
Sözcü), "Azgın
azınlık" (
Hürriyet), "Bak Sarko biz buyuz" (Akşam), "Hadi ordan!" (
Milli Gazete) ... Tepki göstermek güzel de; tepkilerin bir ortak akla dayanması ve kaliteli bir üslup yakalaması gerekmiyor mu?
Tarihimizin belki de en acı fotoğraf karelerinden birini hatırlarsınız: Halkın oylarıyla seçilmiş bir başbakan, darağacına çıkarılıyor. O fotoğraf çekildiği gün, Aydın
Menderes 15 yaşındaydı. Bütün milletin tanıdığı ve acısını hissettiği bir yetim olarak büyüdü. İster istemez siyasetin hep içerisinde yer aldı ancak bu mağduriyetini yüksek sesle dillendirmedi. Bir süredir hastalığından ötürü müşahede altındaydı. Dün toprağa verildi. Cenab-ı
Allah rahmet eylesin, yakınlarına da
sabır versin...