Fransa olayından ne ders çıkaracağız?


Hem Beşiktaş'ı hem de Galatasaray'ı çalıştıran ünlü Alman teknik direktör Karl-Heinz Feldkamp ile gazetemizde yazarlık yaptığı dönemde, Türkiye'nin Almanya'yı 2-1 yendiği hazırlık maçından sonra Türk futbolunu konuşuyorduk. Ona dedim ki; "Ben küçükken futbolda Almanlardan çok korkardık. Atak yaptığımızda bile bu maçta iyi oynadık, atak bile yaptık, diye konuşurduk. Ama bugün Almanlarla dişe diş oynuyoruz hatta onları yeniyoruz." Feldkamp'ın sözleri, kendini bilen, tecrübeli birinin söyleyeceği sözlerdi: "Övünmeyi bırakıp çok çalışmak lazım! Maç orada oldu ve bitti. Yeni başarılar için bugünden başlayıp çok ama çok çalışmak gerek.'' Küçük başarılarla övünmeyi bırakıp çok ama çok çalışmaya başladığımız zaman Fransa ya da dünyanın başka herhangi bir devleti Türkiye aleyhine böylesine bir yasayı çıkartmaya cesaret edemeyecek. Fransa'nın akla ziyan bu tasarıyı gündemine alması, ulusal meclisinden yasa olarak çıkartması Ermeni sevgisinden değil Türkiye düşmanlığından kaynaklanıyor şüphesiz. Böyle bir tasarının altında yatan gerçek ise Türkiye'nin dünyada ve kendi bölgesinde her geçen gün artan siyasi ve ekonomik güç merkezi haline gelmesidir. Ancak yine de bu tasarı, Türkiye'nin önünde yemesi gereken çok fırın ekmek olduğunu gösteriyor. Hâlâ her konuda çok büyük eksiğinin bulunduğunu, her konuda kat etmesi gereken uzun yollar olduğunu hatırlatıyor. Ermeni meselesi, Türkiye'nin mutlak surette çözüme kavuşturması gereken bir mesele olarak yanı başımızda duruyor. Şarklı Hıristiyan bir halk olan Ermenileri, Batı'nın oyuncağı olmaktan kurtaracak bir çözüm yolu bulmak gerekiyor. Zaten Fransa'nın bu konuyu gündeme getirmesinin Ermenilerle uzaktan yakından bir alakasının olduğuna inanmıyorum. Peki; Fransa daha dün sayılabilecek kadar yakın bir tarihte Cezayir'de apaçık katliamlar yapmasına rağmen, Ruanda'da yüz binlerce insanı katletmesine, dünyanın gözlerinin içine baka baka koskoca Afrika'yı hâlâ sömürüyor olmasına rağmen neden hiçbir devlet, onların aleyhine böyle bir tasarıyı meclisine getirmeye cesaret edemiyor? Çünkü bu tür işler, ülkelerin gücüyle yakından ilgili konulardır. Fransa hem ekonomik olarak güçlü hem de sömürdüğü her ülkede kendi çıkarlarını önceleyen kadroları işbaşında tutuyor. Dolayısıyla güçlü ve paralı değilseniz attığınız tokadın bile hesabını vermek durumunda kalırsınız. Güçlüyseniz dünyanın gözü önünde yüz binleri katledersiniz ve sizin mutlaka haklı sebepleriniz vardır. Bu söylediklerimden sakın; 'güçlü olalım, yaptığımız zulümlerin hesabını bizden soramasınlar' gibi bir sonuç çıkarılmasın. Ama en azından Fransa gibi ülkelerin küstahlığından kurtulabilmek için güçlü, güçlü olduğu kadar da adil bir ülke olmamız şart. Evet, Türkiye son on yılda çok büyük mesafe kat etti. Hem devletin içine çöreklenmiş şebekelerden kurtuluyor hem de ekonomik olarak büyük ilerleme sağladı. Ancak Feldkamp'ın söylediği gibi bunlarla övünmenin hiçbir anlamının olmadığını, daha kat etmemiz gereken çok büyük mesafelerin bulunduğunu Fransa Meclisi'nin aldığı kararla görmüş olduk. Bu kararla birlikte Türkiye'nin kendi faaliyetlerini yeni baştan gözden geçirmesinde büyük fayda var. Yumurta kapıya gelmeden kendi aorasının farkına varmalı ve bunlarla en kısa zamanda işbirliği içine girmeli. Hakikatin sırrına ermiş bilge insanların yanında benlikten bahsedemezsiniz. Bırakın övünmeyi, laf arasında bile 'biz yaptık, biz başardık' diyemezsiniz. Çünkü hakikat övünmeyi değil, çalışmayı sonra da bir muvaffakiyet söz konusuysa bunu da Sahib-i Mutlak'a teslim etmeyi gerektirir. Vakit övünmek değil, çok çalışmak vakti.
<< Önceki Haber Fransa olayından ne ders çıkaracağız? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER