Bazı arkadaşlarımız "dün" ile "bugün"ü kolayca mukayese ediyor. Sözgelimi, dün, asker
belge ve bilgi sızdırarak medyayı kullanıyordu; bugün polis... Dün, asker, gazetecileri andıçlıyor, yargısız
infaz yapıyordu; bugün hükümet ve emrindeki güvenlik güçleri... Dün, askeri
vesayet vardı; bugün
sivil vesayet!!!
***
Ertuğrul Özkök'ün cumartesi (17
Aralık 2011-
Hürriyet) tarihli yazısını okuyunca, bir süredir yazmak istediğim bu konuyu, daha fazla bekletmemek gerektiğine inandım. Özkök, Şemdin Sakık'a atfedilen ve bir andıçta yer alan iddialarla,
Başbakan'ın Hasan Cemal'i
hedef alan sözlerini mukayese ediyor. Benim, 2000 yılında ortaya çıkardığım
Nisan 1998 tarihli andıçta,
Cengiz Çandar ve Mehmet Ali
Birand gibi gazetecileri karalamak üzere, onların
PKK'dan para alarak yazı yazdığı söylentisinin yayılması direktifi mevcuttu. Sadece gazeteciler değil, Fazilet Partisi ve bazı
Kürt asıllı politikacılar da hedefteydi. İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal'ın da, andıçta adı "PKK işbirlikçisi" olarak geçiyordu. Birdal bir süre sonra, Türk
İntikam Tugayı'nın (TİT) kurşunlarına hedef oldu. Suikastçı
Semih Tufan Günaltay, yakalandı; cezasını çekti. (Cezaevinden çıktı ama şu anda
Ergenekon'dan dolayı yeniden tutuklandı.) Aynı şekilde, gene andıçta hedef gösterilen
Salim Ensarioğlu, az daha bir
trafik kazasına
kurban gidiyordu.
Başbakan Erdoğan, Kandil'de Murat Karayılan'la
röportaj yapan gazetecileri eleştirmiş ve "Sonradan kitap yazıyorlar" demek suretiyle menfaat sağladıklarını ihsas etmişti. Danışıklı dövüş, planlı programlı, insanları itibarsızlaştırmak ve hatta hayatlarına kastetmek için hazırlanan bir andıç ile, Erdoğan'ın irticalen sarf ettiği o cümleler kıyaslanabilir mi? Başbakan'ın sözlerini yakışıksız bulabiliriz. Ama andıç, bir
kurmay planının parçası. Onu nice andıçlar, lahikalar, kara
propaganda siteleri,
darbe planları takip etti.
28
Şubat sürecinde ve
AK Parti iktidarının ilk yıllarında, askerin koltuğu altında
hizmet veren meslektaşlarımız ile, polisin sızdırdığı belgeleri yayınlayanlar veya o belgeler üzerinde yorum yapanlar da, mukayese kabul etmez. Zira birinde hedef, sivil iktidarı alaşağı etmek. Diğerinin hedefi,
askeri vesayeti sonlandırmak, TSK içindeki
yasa dışı derin yapıları ortaya çıkarmak. Belki "Hem asker, hem polis, medyayı kullandı" denilebilir ama hizmet edilen amaç o kadar farklı ki!
Bir de "askeri vesayet" yerine geçirilmek istenen "sivil dikta" ya da "sivil vesayet" tanımı var. Vesayet, hukuken temsil etmeye yetkisi olmadığı halde,
halk iradesini cebinde sayan, halkı "cahil oy çoğunluğu" olarak görüp, ona istikamet vermeye hakkı olduğunu düşünenlerin durumunu anlatır. Oysa, seçilmiş hükümetler, halkı, zaten meşru bir şekilde temsil eder. Halk, egemenliğini, seçtiği kişiler vasıtasıyla kullanır. AK Parti'nin vesayetinden değil, ancak kadrolaşmasından, otoriterleşme eğiliminden söz edebiliriz. Bunu iddia etmek için de, gerçek verileri ortaya koymak gerekiyor. "
Yargıtay'a 160
militan seçildi" ya da "İktidarı eleştiren gazeteciler hapse atılıyor" gibi mesnetsiz iddialar inandırıcı değil. Mustafa Balbay'ın askerle işbirliğini sergileyen o notları olmasaydı, bugün Silivri'de bulunmayacağını hepimiz biliyoruz. Uzun tutukluluk süresini eleştirirken, gazetecinin de
hesap vermesi gereğini hatırdan çıkarmayalım.
CHP milletvekili, eski
YARSAV Başkanı Emine
Ülker Tarhan'ın Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu (
HSYK) seçimleri öncesinde "Bize militan lâzım" sözlerini hatırlayıp, bugün yapılanın, askerle birlikte saf tuttuğunu çeşitli vesilelerle gösteren bir Yüksek Yargı'yı arındırmak olduğunu bilelim. "Parti
kapatma davaları...
Askeri brifingler... Cumhurbaşkanı seçimi ve 367... 'Evren'i yargılayalım' diyen Sacit Kayasu'nun ve
Şemdinli Savcı Ferhat Sarıkaya'nın HSYK tarafından meslekten ihracı... Aynı HSYK'nın Ergenekon davasına gösterdiği direnç...
Anayasa Mahkemesi'nin 411 oya rağmen, anayasa değişikliğini esastan inceleyip iptal etmesi... Yargıtay üyesi
Hamdi Yaver Aktan'ın 'Kim hizmet ederse onu
Yargıtay Başkanı seçeriz' deyip, Yargıtay Başsavcısı
Abdurrahman Yalçınkaya ile HSYK Başkanı
Kadir Özbek'i yarışa sokması..."
Hangi birini sıralayayım bilmem ki!
***
Ertuğrul Özkök'ün kendisini anlatma ve aklama çabalarını takdirle karşılıyorum. Çünkü ancak, başkasına değer veren bir insan, böyle davranır. Ayrıca, yazılarını da, beğenerek okuyorum. Kuru lâflardan ibaret değil. His dünyasının da ipuçlarını veriyor. Ama sözlerine maalesef katılamayacağım. Dün, bugünün aynısı değil. Dünkü yanlışları da, bugünle mukayese ederek doğru gibi gösterip, aklayamayız.