Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya’yı yeni görevi nedeniyle kutluyorum.
Sayın Çetinsaya üstlendiği görevin zorluğunu en az benim kadar biliyordur, bundan kuşkum yok ama zorlukların menşei konusunda farklı görüşler olabilir, ben de yeni Başkan’ı bekleyen ve en temel sorun olarak gördüğüm noktayı hatırlatmak istiyorum.
Kanımca,
Türkiye yüksek
öğretim sisteminin en temel sorunu gerçekleştirmek zorunda olduğu sayısal genişleme,
büyüme ile
müfredat anlayışının,
lisans öğretiminden beklenen hedeflerin, amacın uyumsuzluğudur.
Bu meseleye çok radikal bir biçimde neşter vurulamadığı sürece
yükseköğretim süreci bir komediden öteye gidemeyecektir, bunu çok net söylüyorum.
Mantığımı aşama aşama sunmaya gayret ediyorum.
Türkiye 18-26 yaş kuşağının çok büyük bir bölümünü, uzun vadede tümünü üniversitelileştirmeyi hedeflemelidir.
Mesele 18-26 yaş kuşağı ile de sınırlı kalamaz, daha ileri yaşlarda da bu kuruma girilmelidir.
Daha önceki yazılarımda vurguladım, üniversitelere giriş için lise diplomasının aranması bile çok anlamlı olmayabilir; lise ortalama
mezuniyet düzeyinin orta vadede düzeleceğine yönelik inancım, beklentim çok aşağılardadır, bu düzeyde bir ortalama diploma düzeyinin üniversiteye giriş için
baraj niteliği taşıması anlamsızdır.
2010-11 akademik senesinde ülkemizde 165 üniversite faaliyet göstermiştir; örgün öğretime kayıtlı, devlet ve
vakıf üniversiteleri beraber,
önlisans, lisans, yükseklisans, doktora öğrencilerinin toplamı ise 2.1 milyondur.
Bu sayı da yetersizdir ve arttırılması, orta vadede beş milyona çekilmesi bir zorunluluktur.
Ama bu zorunluluğun mevcut müfredat anlayışı, mevcut lisans öğretim tanımı ve anlayışı ile birlikte götürülmesi olanaksızdır.
Mevcut müfredat anlayışından, mevcut lisans öğretim tanımından muradım lise sonrası sekiz yarıyıllık lisans öğretiminden sistemin, yasanın, toplumun bir meslek edinmeyi, müfredatın meslek edindirme amaçlı yapılanmasını kastediyorum.
Lise meselesi ortadadır, bu kurumdan mezun bir gencin sekiz yarıyıllık bir lisans öğretimiyle rekabetçi bir sistemin gerektireceği mesleki formasyona sahip olabilmesi İMKANSIZDIR.
Üniversiteler zaten meslek edindirme kurumları olamazlar, olmamalıdırlar.
Zaten mesleki bilgi edinme süreci büyük bir hızla okul denen kurumdan
firma içi eğitimlere kaymaktadır, doğrusu, adili ve etkin olanı da budur; “okul” kurumunun ekonomideki baş döndürücü teknolojik dönüşüm sürecini izlemesi dahi mümkün değildir, bu iddiadan bir an önce vazgeçilmelidir.
Lisans öğretimi
tercihen üç seneye indirilmeli, bu altı yarıyıl öğretim çok genel bir formasyonla sınırlandırılmalı, matematik,
yabancı dil, genel öğretim, eleştirel düşünce ağırlıklı, tercih edilen dalın en temel bilgileriyle sınırlı bir müfredata geçilmelidir.
Uzmanlık bilgi ve formasyonu ilk üç seneyi izleyecek iki senelik bir yükseklisans öğretimine kaydırılmalı, tanım gereği mesleki bilgi vermeye dayalı hukuk, tıp, hatta mühendislik, mimarlık gibi dallar lisansüstüne kaydırılmalıdır.
Türkiye’de bugün mevcut 2 milyonu aşkın, yarın muhtemelen dört milyonu aşacak ve aşması gereken lisans öğrencisi ile meslek edindirme müfredatları
komik kaçmaktadır, çağın gerektirdiği rekabetçi düzeyi yakalaması da imkansızdır.
YÖK yeni Başkanını bekleyen en temel zorluk lisans müfredatını ilgili dallarda genel eğitime indirgemek, tıp, hukuk gibi dalları lisansüstüne çekmek, 3 artı 2 sistemini benimsemek ve en önemlisi genel eğitim programlarına dönüşecek lisans programlarına mümkün olacak en fazla öğrenciyi çekmektir.
Sayın Çetinsaya bu çerçeveye inanıyor ise, kolay gelsin demek istiyorum, başarılar diliyorum.