Son genel seçimlere girerken okumuşlar ve kendilerini 'dünyalı' olarak görenler arasında iki
kamp oluşmuştu.
Bunlardan biri
AK Parti ve temsil ettiği her şeyin gericilik içerdiğini, ne yaparsa yapsın "cumhuriyetin kazanımları" için bir tehdit oluşturduğuna inanan kesim. Genellikle kendisini Atatürkçü ve ulusalcı (laik milliyetçi) olarak nitelendiren bu kesime karşı, "cumhuriyetin kazanımları" denen şeylerin tepeden (devlet güdümünde) bir
yönetim ve değişim modeli olduğunu, bunun da bireye ve
topluma çok az
özgürlük ve girişim alanı açtığını, bu alanın
demokrasinin serpilmesine yetmediğini savunan demokratlar.
Demokratlar ve diğerleri
İkinci kategori, halktan tek başına
yasa çıkartacak kadar oy alan ve tek başına hükümet kurabilen AK Parti'ye şimdiye dek hükümete de yasama ve yargıya da sürekli müdahale eden, devleti toplum iradesinin önüne bir
duvar gibi diken ilk kesime ve onun siyasal alışkanlarına karşı mücadelesinde
destek verdi. Demokratların tek derdi ülkeyi otoriter ve baskıcı bir merkezi yönetimden kurtarmak, hukukun üstünlüğünü kalıcı biçimde yerleştirmek, bürokrasinin bilim, kültür ve ekonomi üzerindeki tahakkümünü önlemekti. Bu doğrultuda attığı her adımda AK Parti hükümetini desteklediler. Bu sayede birinci kesimin bir klişe olarak tekrarladığı "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma" amacının sözde değil özde gerçekleşeceğine inandılar. AK Parti ne zaman duraklasa veya bu davadan sapma eğilimi sergilese demokrasi adına,
adalet ve özgürlük adına seslerini yükselttiler.
Belki demokratların gerçek sayısı çoktu ama sesi çıkanların sayısı hep az oldu. Şu son
şike olayları nedeniyle adalet ve hakkaniyet talebinde bulunan insan sayısından anlıyoruz ki hâlâ hukuk devleti olmak doğrultusunda alacağımız bir hayli yol var. Bu yolculuğu yapmakta öncü olması gereken öncelikle
siyaset sınıfıdır. Siyaset sadece çıkar veya parti hiyerarşisinin teklifiyle yapılmaz. O zaman neden askerlerin emir-komuta ile toplumu yönetmelerine karşı çıktık? Hakkaniyet, adalet duygusu ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler olmazsa siyaset bir çıkar uyumu veya çatışmasından ibaret olur.
Şike yasası
sporu bir yarışma olmaktan çıkarıp bir kumara dönüştüren zehirli sarmaşıktır. Sporun serpilmesine ve ülkenin uluslararası alanda saygınlık kazanmasını önler. Gençlerin, sporun üstün niteliklerini benimsemelerini engeller. Onları oyun masasında piyonlaştırır, eşyalaştırır. Futbol ve diğer kitlesel spor dalları yasa dışı örgütlerin eline geçer. Dolaşımdaki para görevlileri ve karar vericileri satın alır, sistemi çürütür.
Siyasal uyum
Bu nedenle çıkarılan yasanın 7 ay sonra değiştirilmesi siyaset adına "uygun" bir davranış değildir. Cezalarda ölçüler kaçırılmışsa (ki öyledir) başta düşünülmeliydi.
Kamu vicdanı "aklınız neredeydi" diye sorar. Kamu vicdanı adına hareket eden Cumhurbaşkanı'nın "bir daha gözden geçirin" isteğinin tüm partilerce önemsenmemesi başka bir hatadır. Kamu vicdanını rahatlatacak ve siyaset erbabına saygınlık kazandıracak değişiklikler yapılabilirdi.
Daha da önemlisi, bu hükümeti demokratlar niye desteklediler? Kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun düzenlemeler yaparak yargının ve siyasetin birbirlerinin alanına müdahalesini engelleyecek yapısal değişiklikleri yapacağına samimiyetle inandıkları için. Oysa son girişimle yasama organı,
yargıya müdahale ederek, adalete ait ölçülerin siyaset aracılığıyla belirlenebileceğine ilişkin sakıncalı bir örnek sergilenmiştir.
Ya muhalefet? Birçok hayırlı girişimi engellemekte beis görmeyen muhalefet partileri inanılmaz bir gönül rahatlığıyla şikenin toplum hayatımızda sıradanlaşması kararına katılmışlardır. Gösterdikleri uyumu acaba hukukun üstünlüğünü yerleştirecek demokratik bir anayasa yapımı için de gösterecekler midir? Bizi şaşırtsalar ne kadar sevineceğiz...