Genç Yazarlar ve
Sanatçılar Derneği'nin kitap okunmayışını
protesto için "tramvayda kitap
okuma eylemi" yaptığı geçen hafta sonu Antep'teydik. Öncelikli amaç, eşim açısından geçen yaz açılan Zeugma
Müzesi'ni ziyaret; benim açımdan ise (bir kez olsun konferans vesaire için gitmek değil de) Evliya Çelebi'nin "Şehr-i Ayıntab-ı Cihan"ını bir nebze keşfetmekti.
Çoğu yabancının teslim ettiği gibi biz Türkiyeliler genellikle konuksever, yardımsever, tanımadıkları kimselere kalbini açan türden bir halkız. Antepli dostlarımdan bu vasıfların Antep'te yoğunlaştığına dair bir fikrim vardı. Ama bu kadarını beklemiyordum... Ayrıca Antepliler kadar terbiyeli, kibar insanlara Anadolu'nun hiçbir yerinde rastlamadım.
Uçakta henüz yerimizi almıştık ki, yanımızda oturan Mustafa Bey tavsiyelerine başladı. Az sonra, çapraz önümüzdeki koltukta oturan Melek Hanım ile aralarında
Grand Hotel'de mi yoksa Tuğcan Otel'de mi kalınmalı, baklavayı Zeki İnal'dan mı yoksa Koçak'tan mı almalı, kebabı
İmam Çağdaş'ta mı yoksa Üçler de mi yemeli konusunda
tatlı bir
tartışma çıktı... Neticede biz İbis Otel'i,
ücret-konfor-
servis sentezi açısından optimum konumda bulduk; baklavayı (
taksi şoförü Bülent Bey'in nazik önerisiyle) Koçak'ın imalathanesinden alarak isabet ettik; en lezzetli kebabı, Küşneme'yi de Mehmet Usta'nın yeni açılan lokantasında yedik.
Mustafa Bey ve Melek Hanım'ın gösterdikleri ilginin, beni tanımalarından kaynaklanmış olabileceği aklınızdan geçebilir. İlgisi yok. Beni tanıyıp, ısrarla Adıyaman'a davet eden sadece önümüzdeki koltukta oturan
avukat Mahmut Bey'di. Mustafa Bey, havaalanından şehre taksiyle gitmemize kesinlikle izin vermedi; bavulumuzu almamızı bekledi ve otomobiliyle otele kadar götürdü. Cep telefonunu verdi, bir ihtiyaç olursa lütfen kendisini aramamızı söyledi...
Bakırcılar Çarşısı'ndan sahanları, Almacılar Çarşısı'ndan
baharat ve fıstığı aldıktan sonra bir yerde oturup dinlenmek istedik. Karşımıza çıkan ilk gencin bizi Tahmis Kahvesi'ne götürmesi bir takdir-i ilahiydi. İçinde cümbüş çalınan, satranç oynanan, kitap okunan, laptoplarla çalışılan olağanüstü hoş mekânda henüz bir masaya oturmuştuk ki,
Zirve Üniversitesi öğrencisi Ömer Asım
Öztürk geldi ve kendisini tanıttı. Antep kültürüne fena halde meraklı ve şehrin sözlü tarihini kaleme almakta olan Ömer Bey'den 5 asırlık Antep Mevlevihanesi külliyesi içinde bulunduğumuzu öğrendik. Serez Mevlevi Şeyhi soyundan geldiğim için benim açımdan özel bir anlamı olan külliyeyi, onun rehberliğiyle gezdik. Tahmis Kahvesi'nin işletmecisi Mehmet Bağcı Bey ve eşi Hatice Hanım'la tanıştık; eşim Zahter çayını, ben Menengiç (yani
fıstık) kahvesini onların ikramıyla tattık. Karşıya geçtik, eski bir
Ermeni yapısı olan Pürsefa Han'ı gezdik. Vakıf yöneticilerinden, önümüzdeki yaz Antep yemeklerini tanıtan bir restoranın açılacağını, şimdilerde 12 odasında Van'dan gelen 12 depremzede ailenin kaldığını öğrendik.
Antep ziyaretinin zirvesi, kuşku yok ki, antik Roma kenti Zeugma'nın 2. ve 3. yüzyıl konaklarını süsleyen mozaikleri barındıran müze oldu. Zeugma Müzesi'nin yapımına katkısı olan herkesi candan kutluyorum. Bütün müzelerimize örnek olması gereken bir özenle hazırlanmış. Kurtarılan inanılmaz güzellikteki mozaikler arasında, herkes gibi beni de en çok etkileyen "Çingene Kız" ve onun hangi açıdan bakarsanız bakın size dönen gözleri oldu...
Antep'i kültür hazinesine ve bugün önde gelen sanayi ve ticaret merkezi olarak ününe yakışır ölçüde bakımlı bulmadığımı
itiraf edeyim. Bir asır öncesine kadar Antep, yarıya yaklaşan Ermeni,
Yahudi, sair gayrimüslim nüfusuyla Türkiye'nin en çok-kültürlü kentlerinden biriydi. Bu mirasın izleri duruyor. Gerek öğretmen evine dönüştürülen; gerekse uzun yıllar
hapishane olarak kullanıldıktan sonra camiye çevrilip şimdilerde sadece bir mescidi barındıran Ermeni katedralleri çok bakımsız bir halde; Tehcir trajedisinin yıkılmaz anıları olarak duruyor.