Aslında neler olacağı, üç aşağı beş yukarı belli. Ortada bir balo var. Kriz bunu bitirdi. Şimdi
Avrupa'daki balo için evdeki gümüşleri satma zamanı fakat hiç kimse elini cebine uzatmak istemiyor.
İyi günün dostları, bugün "dar günde hani?" diye AB başkentinde "zirveleşiyorlar" fakat ortada somut bir netice yok. Zaten bu zirve sürecinin bugünden yarına karar alması beklenmese de üye ülkelerin
krize yaklaşımını belirlemesi açısından 2 gün, yeterli bir süre.
Görünen şu: Ada Avrupası
İngiltere, zaten parasına ortak olmadığı Birliğin,
faturasına da ortak olma niyetinde değil. Yeni yetme üyelerin (
Macaristan,
Çek Cumhuriyeti gibi) henüz ortama ısınamamış olması anlaşılır bir tutum. Fakat krizle topyekûn savaşta taşın altında eli olanlarla "dümen suyunda anaforu geçmek" isteyenlerin arasındaki anlayış farkı düşünmeye değer.
Bu zirve yalnızca krizin faturasını belirlemeyecek. Aynı zamanda "tamam mı devam mı?" noktasından hareketle, bir sonraki aşamada nasıl bir Avrupa doğacağını da şekillendirecek.
Krizi finansal pencereden değerlendiren analistlerin görüşü, daima alt çizgideki fatura miktarı üzerinden geliyor. Geçen yıl 400 milyar euro ile aşılması mümkün olan sıkıntı için bugün zikredilen fatura 2.5- 3.5 trilyon euro. 1 yıllık ataletin böylesi yüksek "gecikme faizi", finansal tedbirlere dayalı çözüm reçetelerinin güvenilirliğini de sorgulatıyor.
Sahi, kriz yalnızca finansçıların hareket alanındaki parametrelerle çözülebilir mi? Buna "
evet" diyenlerin sayısı hızla azalıyor. Zira parasal
disiplin, birliğin bozulan ayarlarından yalnızca biri... Sosyal göstergeler, alınacak tedbirlerin yalnızca finansal alana hapsedilmesi halinde, sonuç vermeyeceğini anlatıyor bize.
Avrupa
demokrasisi, kamuoyu desteğini her şeyin üzerine çıkartan bir "ileri demokrasi" mihenk taşı niteliğindeydi. Fakat gördük ki rakamların efendisi,
halk desteğini de çöpe atmaya başlamış.
Kendi ülkesinde halk desteği "iyi" olan
Papandreu ve
Berlusconi bugün yok ve yerlerine teknokratlar getirtilmiş. Bu "acı reçete uygulayıcıları" olacakları için, "anlaşılabilir" yaklaşımdır. Sonuçta
seçmen, kendisine acı ilaç içireni yeniden seçmeyebilir. Söz konusu
Kemal Derviş türü başbakanlar ise, seçmesi de gerekmiyor.
Seçmesi gerekmiyor olsa da bu acı reçeteyi disiplinle uygulatabilmeleri için de
teknik hükümetlerin, halk desteğine muhtaç olduğu aşikâr. Liderler Zirvesi'nde üzerinde anlaşmaya varılamayan zaten reçetenin acılık derecesi ve dozu...
Herkesin ilk adımı bir ötekinden beklediği, borç silmek dahil, ödenecek faturanın Birlik üyesi ülkelere adil dağılımından ziyade farklı toplumlara farklı
yaptırımlar getiriyor olması, yeni
kavga sebebi.
Sonuçta, Liderler Zirvesi bize "iyi gün birliği"nin zor gündeki tutumları üzerinden AB'nin yeni versiyonunu anlatacak. Biz de böylesi bir AB'nin üyeliğine adaylığı yeni baştan düşüneceğiz.