Gaziantep-
Ortadoğu'da asla yıkılmaz denilen rejimleri altüst eden değişim dalgasının önündeki sorunları, geleceğini ve
Türkiye'nin bu süreçteki rolünü konuşmak için Gaziantep'ten daha uygun bir yer düşünülemezdi. Çünkü burası,
bölgedeki siyasî depremin
ülkemize etkisinin en yakıcı olacağı baştan beri bilinen
Suriye'ye sıfır noktasındaydı.
Gaziantep adeta bir ayna gibi sınırın hemen diğer tarafındaki vaziyeti aynıyla yansıtıyordu. İstanbul'da Arap
Baharı'nı konuşmak ne kadar soyut ve teorik ise Gaziantep'te o kadar somut ve gerçekti. Vizelerin kalkması ve
Halep ile Antep'i ayıran yapmacık sınırın adeta anlamsız hale gelişiyle bir yıl önce burada Türkiye-Suriye ilişkilerindeki bahardan söz ediliyordu. Her ay 60 bin Suriyeli geliyordu. Her köşede Suriye plakalı araçlar görmek sıradandı. Özellikle esnaf bayram ediyordu. Fıstık, biber, lokum kilo ile değil koli koli, çuval çuval satılıyordu.
Suriye'den önce üç ülkede yönetimleri deviren sürece de 'bahar' ismi verilmişti. Ama herhalde olumsuz etkilerini yaşayan Gazianteplilere sorulsa, buna bahar yerine güz ya da hazan demeyi
tercih ederlerdi. Aylık 60 bin olan Suriyeli
turist sayısı 3 bine inmişti. Antep'e gittiğimiz gün Suriye, buradaki konsolosluğunu
kapatma kararı almıştı.
Esnafın yaşadığı bu gelir kaybına rağmen Türkiye'deki
halı üretiminin nerdeyse yüzde 90'ını gerçekleştiren; ülke çapında birçok
markaya ve çok zengin işadamlarına sahip şehrin en önemli tesellisi,
dış ticaretinde Suriye'nin nispeten
küçük bir paya sahip olması. Dış ticarette
aslan payı yüzde 38 ile Irak'a ait. Bütün dış ticaret içinde Ortadoğu'nun payı ise yüzde 55. Yine de 'Acaba Türkiye,
Baas lideri Esed ile ipleri koparmakta acele mi etti?' diye kafalarda hayli tereddüt vardı. Suriye tarafından görüşebildikleri insanlardan da benzer tepkiler aldıklarını söylüyorlardı. Türkiye'nin attığı adımları içişlerine müdahale gibi görenler vardı.
Sünnilerin önemli bir kısmının kanaati de rejimin kolay kolay devrilmeyeceği yönündeydi.
İşte en uç görüşleri buluşturup,
kavga ettirmeden yüz yüze konuşturabilme özelliğiyle bir marka haline gelen
Abant Toplantısı, böyle bir zemin üzerinde "Arap Baharı'ndan sonra Ortadoğu ve Türkiye" başlığını tartıştı. Her zamanki gibi
katılım renkliydi. Çeşitli Arap ülkelerinden, Türkiye'den, ABD,
Avrupa ve
İsrail'den çok sayıda katılımcı, Zirve Üniversitesi'nin ev sahipliğinde 2 gün boyunca görüş alışverişinde bulundu. Kuşkusuz çok mesele ele alındı ve ciddi kavgaların çıkması beklenen toplantıda herkesin uzlaşarak kabul ettiği bir
bildiri bile yayınlandı.
Ancak bölgedeki değişim sürecinin geleceği ve Türkiye'nin rolü açısından toplantıda ortaya çıkan bazı görüş ve duyguları dikkate almakta büyük fayda var: 1- Yıkılmaz denilen diktatörleri deviren Araplarda aşırı bir özgüven ve bir hayli duygusallık var. Değişimi rejim artıklarına veya yıkıcı dış güçlere kaptırmama noktasında bu özgüven ve duyarlılık önemli. Ancak bu duruş, kısa zaman önce bölgeyle ilgilenmeye başlayan ve halklardan yana tavır alan Türkiye gibi aktörleri kıracak, dışlayacak şekilde olmamalı. Dikkat ettim, Arapların Türkiye'ye karşı bazı eleştirileri ve duygusal tepkileri, Türk tarafına hemen "Ne Şam'ın şekeri, ne Arap'ın yüzü" eski klişesini hatırlattı. Halbuki Türkiye'nin ilgisini devam ettirmesi çok önemli. 2- Türk tecrübesine bu kadar ilgi varken, 'Türkiye'nin bölgeye vereceği bir şey yok' görüşü ne kadar doğru olabilir? Ancak özellikle duygusallığın zirvede olduğu bu dönemde Türkiye'nin liderlik, modellik gibi kavramları aklına bile getirmemesi lazım. Üstten bakış yerine ana ilke tevazu olmalı. Devrimi yapan ve geleceği inşa edecek olan Araplar. 3- İsrail ve
İran durumlarını değiştirmedikçe yeni değişim sürecinde bağlam dışı kalmaya mahkûm. Humeyni'nin yaptığı
İslam devriminden veya İran'ın bugün oynadığı rolden bahseden yok. 4- Bir hafta önce kamuoyu araştırması şirketi Zogby'nin kurucusunun dediğini Antep'te de söyleyenler oldu. Türkiye, sokakların sempatisine fazla güvenmemeli. Bugün posterini taşıyanlar yarın yırtabilir. 5- Türkiye, hakkındaki beklentileri çok yükseltmiş durumda. Suriye bu açıdan çok büyük bir
test niteliğinde. 6-
Arap dünyası hepsi birbirine benzeyen bir
okyanus değil. Her birinin özgün tarihleri, tecrübeleri var. Türkiye olarak bu farklılıkları ne kadar anlayabildiğimiz tartışmalı. 7- Bölgenin geleceği için Batılı güçlerin tavrı önemli ama en az bunun kadar önemli olan Şii/Sünni,
Kürt/Arap gibi bölge içi çelişkiler. Özgür ve barışçı bir Ortadoğu için
Helsinki sürecinde olduğu gibi asgari birkaç ilkede önemli bölgesel aktörlerin uzlaşması şart. 8- Tahrir'in mesajı; İsrail'i, ABD'yi, dış güçleri en azından şimdilik kenara bırakıp içerdeki sorunlara odaklanmaktı. Devrimlerin başarısı için bu tavrın sürmesi önemli.