Pi
yasa ekonomilerinde öngörülebilirlik, şeffaflık ve
hesap verebilirlik son derece kritik kavramlardır. Bugün yaşadığımız küresel krizin arkasında ABD ve AB'de ilgili kavramların
ihmal edilmiş olması, sorunun özünü teşkil eder.
Türkiye'yi de 2001'de krize götüren ve 1990'ların 'kayıp on yıl' olarak kayıtlara geçmesine sebep olan süreçlerde aynı sorunlar var. Türkiye'de denetim ve
düzenleme kalitesini kendisine emanet eden kamunun bizzat kendisi bu süreci sabote etti. Balık baştan koktu. Adalet duygusu sarsılınca gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Türkiye'de IMF sopası ve AB sayesinde birçok reformlar yapılıp denetim ve düzenleme mekanizmaları tesis edildi, şeffaflık ve hesap verebilirlik arttı. Keyfiliğin önüne geçilmesi, öngörülebilirlik, mülkiyet hakları alanında mesafe alındı. Bu hükümet, ülkeyi parselleyen,
halkı sindiren,
piyasaları yok eden çete,
mafya, cunta ile mücadelede tarihe geçti. Bu sayede Türkiye ekonomide büyük hamleler yaptı, küresel krize rağmen kaliteli ve etkin denetim ve düzenlemeler sayesinde krizde direniyor, pozitif yönde ayrışıyor, demokrasisi ve halk iradesi parıldıyor.
Ancak bu alanlarda daha gidilecek çok yol var. Bir kere bu yoldan geriye dönüş olmamalı. Sürekli bu alanı derinleştirmek, daha rafine hale getirmek, her alana yaygınlaştırmak gerekiyor. Muaf tutulan kişi ve kurum ve istisnalar kalmamalı. Kaçınılması gereken en önemli durum, dere geçerken at değiştirmeye kalkışmaktır. Yani maç başladıktan sonra
kural değiştirmemek lazım.
Örneğin son
şike olayında tam bir 'kollektif cürüm' ile az kalsın
adalet ve millet kim vurduya gidiyordu.
Savcı, yasaların herkes için geçerli olduğunu varsayarak Türk
futbol endüstrisini bataklığa çeken vahim bir çürümeye neşter atmış. Ancak tam da
iddianame sunulacakken, davalar devam ederken gözle kaş arasında süreç durdurulmak isteniyor. Yasaların garibanlar için çıkartıldığı mesajı verilerek, bir milletin adalet duyguları yerle bir ediliyor. İşte gördük, şike,
dolandırıcılık,
teşvik, tehdit, haksız
kazanç,
hırsızlık, arsızlık, ne ararsan var. Defalarca da tekrarlanmışlar. Cumhurbaşkanının durdurduğu bu yanlışta umarım hükümet ısrar etmez ve 'tarihe geçmez.'
Bu arada hiçbir konuda bir araya gelemeyen siyasetin düşman kardeşleri acaba hangi irade ortak bir yasa değişikliği teklifinin altına
imza attırdı? 2001 krizine giden süreçte de aynı güç devreye girip, sağcı, solcu, milliyetçi partileri tek bir çatının altında sözde bir hükümet kurdurdu. Sonuç belli!
Oyun başladıktan sonra kural değiştirme, belirsizlik oluşturma, öngörülebilirliği zayıflatma konusunda
Sağlık Bakanlığı da bir hayli aktif. Koca
hastane yapıp tam donatıyorsunuz, 'siz yaparken vardı, şimdi ruhsatlar donduruldu' diye bir
cevap alıyorsunuz. Milyon dolarlık masraflar atıl kalıyor. Keza, ilaç şirketleriyle girilen ilişki de tam bir belirsizlik alanı.
Sağlık Bakanlığı'nın ilaç tröstlerine karşı verdiği savaşı bu köşede çok aktif olarak destekledik. Ancak filler tepişirken arada pastırmaya dönen de eczacılar oluyor. Diyelim 500 liralık bir ilaç için SGK eczacıya 400 lira ödüyor. Bu indirimi ilaç şirketleri taşıyamıyor ve reddediyor. Aradaki farkı şimdilik eczacı ödüyor. Bu ne şimdi?
Mesajımın özü şu: Satış,
pazar, kârlılık, düzenlemeler konusunda sektörle bir araya gelip, adil ve uzun vadeli kalıcı bir vizyon oluşturmadan bu ülkede ilaç sektöründe de, başka sektörde de büyük oktanlı
yabancı sermaye yatırımları beklenemez. Gelmiyor da zaten. Tam tersine gelenlerin bir kısmı da küçülme ve geriye dönme sürecine girdi.
Hükümet bölük pörçük, içinde paydaşların olmadığı istikrarsız gayretlerle yabancı sermayeyi çekemiyor işte. Türkiye'deki
Amerikan Şirketler Derneği'nin (ABFT) son anketinde bunu açıkça görüyoruz. Üyelerin üçte ikisi
vergi yasalarının bile adil ve eşit uygulanmadığını düşünüyor. Türkiye, rekabetçilik endeksinde çok gerilerde ve sürekli patinaj yapıyor. Nedeni de hükümetin reform yorgunluğu.