Dersim'den alnımızın akıyla çıkmak


Aslında ilk adımı atan CHP milletvekili Hüseyin Aygün. Zaman muhabiri Habib Güler'e verdiği demeçte Dersim katliamını sorguluyor ve yaşanan faciadan o günkü tek parti yönetiminin (CHP yönetiminin) sorumlu olduğunu beyan ediyordu. Tunceli milletvekili (aynı zamanda araştırmacı) Aygün, elde ettiği bilgi ve belgelere dayanarak, "Atatürk'ün haberi vardı." diyor. Söylenen sözde bir yanlışlık yok. Gerçeği bir CHP'li vekilin (üstelik genel başkana akraba olan bir vekilin) dile getirmesi, CHP için bir kazanç da olabilirdi. Ne yazık ki heba edildi ve CHP, tarihî bir fırsatı daha tepmiş oldu. Parti içindeki muhalif kanat, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'ndan kelle isterken, Başbakan Tayyip Erdoğan, çok doğru bir hamle yaptı. Arşivlerdeki belgelerin bir kısmını açıkladı ve devlet adına özür diledi. Dersim inisiyatifini CHP'nin elinden aldı. Oysa CHP'nin başında Dersimli bir genel başkan vardı ve cesur bir duruş sergileyerek, kamu vicdanını rahatlatacak bir sorgulamaya imza atabilirdi. Maalesef öyle olmadı. Önce tereddüt, sonra sistemle karşı karşıya gelme telaşı yine CHP'nin kayıp hanesine yazıldı. Şimdi mesele başka bir mecraya doğru sürükleniyor. Daha düne kadar Dersim üzerinden kısık bir ses tonuyla oy devşirip Alevileri etkileyen güçler, şimdilerde Dersim kelimesini ağzına alamıyor. Hatta bambaşka tartışmaları gündeme getirerek statükonun devamı için kendini paralıyor. Neymiş? Tayyip Erdoğan, PKK ile görüşülürken "Devlet görüşür." diyormuş da, Dersim söz konusu olduğunda, "CHP yaptı." diyerek başka bir hedef gösteriyormuş. Bu önermenin temelindeki, katliamı meşru gösterme çabası resmen sırıtıyor. 'PKK ile devlet kurumları adına görüşmek' nerede, 'devlet adına bir şehirdeki sivil insanların üzerine bomba yağdırmak' nerede? İnsaf! Devlet, isyan çıkaran kişiler ya da kitlelerle tabii ki mücadele eder. Ancak hiçbir gerekçeyle devlet, sivil ve masum insanları öldüremez, isyanla ilgisi olmayan kişileri ibret-i alem için sürgün edemez. 90'lı yıllarda PKK ile mücadele ediyorum diye oradaki halka zulmedenlere de bu yüzden karşı çıkmak gerekiyordu. Kaldı ki, Dersim'de psikolojik bir harp metodu uygulanarak şartlar devletin müdahale etmesine müsait hale getirilmiştir. Ajanlar, provokatörler, tahrikçiler, saflar... Bunların hepsi de vardır o meş'um hadisenin içinde. Yabancı parmağı da karışmıştır; eyvallah. Lakin insanların itiraz ettiği nokta bu değil. İtiraz şuraya: Devlet, hukuku askıya almış ve sivil insanların ölümüne ferman kesmiştir! İşin içinde Atatürk, İnönü, Fevzi Çakmak, Celal Bayar vs. var diye yaşananları örtbas etmek dürüst bir tavır sayılamaz. Tarihe mal olmuş şahsiyetleri korumak için efsanelere sığınmak da yanlış, gerçekleri örtbas etmek de. Tarihle hesaplaşmak, öç almak için değil; aynı hataların bir daha yaşanmaması için yapılır... Aleviler, bir gerçeği artık net görmeli: Dersim olayının bütün boyutlarıyla konuşulmasını isteyen 'Sünniler', o gün yaşanan acıları yüreğinde hissediyor. Bu tutum, basit bir siyasi manevra ile açıklanamaz. Öteden beri Aleviler üzerinden ahkam kesenlerin kartondan kaleleri yıkılıyor. Alevilerin de benzer zulümlere aynı duyarlılık içinde yaklaşması, İstiklal Mahkemeleri'nde insanların bir hiç uğruna idam edilmesinden tutun, Bediüzzaman'ın onlarca sene bitmeyen sürgün ve hapis hayatına kadar, yaşanan bütün acı hadiselere karşı tavır alması gerekir. Şayet bir daha devlet adına halk kitlelerine zulüm yapılmasını istemiyorsak, devlet otoritesini kullanan kişilere bu mesajı çok net vermek zorundayız. Alevi'siyle, Sünni'siyle, Kürt'üyle, Türk'üyle, Müslüman'ıyla, gayrimüslimiyle şunu demeliyiz: Devletin insanlar arasında ayırım yapması, onlara psikolojik harp taktikleriyle tuzak kurması, suçluyu suçsuzdan ayırmaksızın onları sindirmesi geçmiş asırda kalmıştır. Bir daha asla! Dersim, bir samimiyet sınavıdır. İskilipli Atıf Hoca'nın hukuksuz bir şekilde idamı, takrir-i sükûnla insanların sindirilmesi, Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey'in tuzağa düşürülerek katledilmesi, 6-7 Eylül komplosuyla gayrimüslimlerin darmadağın edilmesi... Onlarca senedir süregiden derin operasyonların mağduru durumunda gözükenlerin derin yapıdan medet ummasını Ergenekon davası sürerken yakından gördük. Dersim tartışmalarında da aynı refleksler göze batıyor. Oysa Türkiye, şeffaf bir ufka ulaşabilmek için bu karanlık tünelden geçmek zorunda... Kılıçdaroğlu'nun kurmayları nerede? CHP Genel Başkanı pek çok çevre için umut vaat etmişti. Yeni bir rüzgâr yakalandığına dair medyanın bir bölümü ikna olmuştu. Hatta 'kaliteli muhalefet' isteyen iktidar cephesi bile bu yeni simadan, yeni bir strateji beklemiş, umutlanmıştı. Ne yazık ki Kemal Bey, çoğu kez yanlış yerde durdu, yanlış icraatlara imza attı. Bu kadar çok hatayı görünce, "Acaba içeriden birileri Kemal Bey'i harcamak için mi böyle yapıyor?" diye kuşkuya kapılıyorum. Dersim tartışmalarında Başbakan'ın çıkışını, "Ermeni diasporası"na benzetmek korkunç bir hataydı mesela. Kırk yıl düşünülse ancak bu kadar yanlış pozisyon alınır. Resmen kendi ayağına sıktı CHP lideri. Ya daha sonra izlenen yol? Diaspora benzetmesini unutmuş olan Kılıçdaroğlu, bu sefer de 'özür dilemek'ten yola çıkıp tazminat gibi taleplerde bulunmaya başladı. İşte tam da, 'diaspora ağzı' budur. Ya diaspora benzetmesi yanlış; ya da diasporanın kullandığı dili kullanmak... CHP lideri, en rahat olacağı bir konuda niçin kıvrım kıvrım kıvranıyor? Yanında hiç mi danışmanı yok, hiç mi istişare edecek kadrosu yok, hiç mi bir sonraki hamleye kafa yoracak kurmay kadro yok? Parti eriyor, lider tükeniyor. CHP'yi ancak ortak aklın ilham vereceği demokratik cesaret kurtarabilir. Yoksa Türkiye'nin en eski partisi yakında tarihe karışır. PANORAMA 25. yıl kutlamalarımızdan geçen hafta bahsetmiştim. Dünyaca ünlü 25 fotoğrafçının "Türkiye'de Zaman" isimli sergisi devam ediyor. Yarın İstanbul'da iş dünyası, sanat camiası ve medya çevresini hedefleyen bir program yapıyoruz. Benzerini, Ankara başta olmak üzere Türkiye'nin pek çok şehrinde yapmaya gayret edeceğiz. En azından tahdis-i nimete vesile olur diye düşünüyoruz. Allah mahcup etmesin... Geçen hafta İstanbul'da başlayan "Türkiye'de Zaman" adlı sergimizle ilgili bir soruya özellikle muhatap oluyoruz. Deniyor ki, "Gazetemizin 25. yılı münasebetiyle dünyanın önemli 25 fotoğrafçısı bir araya gelip Türkiye'yi fotoğraflamış; böyle bir serginin sadece İstanbul'da olması doğru mu?" Haklısınız. Bu anlamlı sergiyi yıl boyunca hem Türkiye'nin hem de dünyanın bazı şehirlerinde sergilemek istiyoruz. Sadece gazetemiz için değil; ülkemiz için de faydalı olacağını düşünüyoruz. Serginin kitaba dönüşeceğini, konuya meraklı kişilerin oradan da faydalanacağını, ayrıca hatırlatmak isterim. Dersim tartışmaları bazı çevreleri fena halde köşeye sıkıştırmış gibi görünüyor. Öteden beri Alevilere Dersim ağıdı yakanlar şimdiki şeffaf tartışmada kendilerine bir türlü pozisyon bulamıyor. Topu sürekli dışarıda tutmak istiyorlar. Mesela neymiş? Dersim hadisesinde herkesi eleştiren muhafazakârlar Fevzi Çakmak'ı kolluyormuş. Kollamak için hiçbir sebep yok, zulme ortak olan da zalimdir... Genelkurmay Başkanı, bir medya kuruluşuna demeç vermiş. Orada "Öcalan'ın ev hapsi" meselesine itiraz etmiş. Bunu eleştirmek isteyen tabii ki açıkça eleştirmelidir. Ancak bir gazetenin yaptığı gibi değil. 'Genelkurmay Başkanı TOKİ'den ev aldı' haberi ile 'Ev hapsine karşıyım' haberini aynı sayfada verip çağrışımlar yoluyla gazete sınırlarını köküne kadar zorlarsanız biri de kalkıp yazı işlerinize, "Örgüte bu sempati de nereden geliyor?" diye soruverir. Değmez ki!
<< Önceki Haber Dersim'den alnımızın akıyla çıkmak Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER