Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ile resmi ziyaret için
Londra'dayız.
4 günlük ziyaret birçok bakımdan son derece önemli. Özellikle de dünya
finans krizi ve
Suriye gündemleri ile boğuşurken.
Gül ile birisi uçakta olmak üzere iki
röportaj yaptık. Her ikisinde de çok önemli şeyler söyledi.
Özellikle
PKK ve AB ile ilgili tavrı son derece net. PKK için 'terörün kırılması lazım' derken AB için
İngilizce'de sefil anlamına gelen 'miserable' dedi ki bugün itibariyle AB başkentlerinde
tartışma çıkaracağını söylemek mümkün.
Haber sayfamızda Gül'ün açıklamaları var. O yüzden ben 'gördüklerimi' aktarayım.
İngiltere Gül'ün ziyaretini çok önemsiyor. Öyle ki günlerdir süren kapsamlı bir
hazırlık vardı. Ayrıca şunu da hatırlatmak lazım; İngilizler aynı yıl içerisinde sadece iki
ülkeden resmi ziyaret kabul ediyorlar. Bu yıl Londra'ya bir Obama bir de Gül gelmiş.
Aslında Gül, Londra'ya giden ilk
sivil cumhurbaşkanımız.
Çünkü bir önceki
seyahat Evren döneminde 1988'de olmuş. Öncesi ise çok daha eski; 1563'te dönemin padişahı gelmiş.
İngiltere gibi ilişkilerimizin iyi olduğu bir ülkeye bile bu kadar uzun süre giden devlet başkanı olmamış maalesef.
İngiltere
protokol kurallarının en katı olduğu ülke denebilir.
Öyle ki her hareketin, her ifadenin sembolik anlamı büyük. Gül çifti için dün gün boyu süren bir
tören vardı.
Galler Prensi Charles ve eşi Cornwall Düşesi Camila'nın Cumhurbaşkanı'nın kaldığı otele gelmesi, misafirlerini atlı arabalarla ve ihtişamlı bir törenle almaları,
süvari birliğinin geçişi, saraydaki törenler... Gece sarayda yatıya kalmalar.
Eğer etraftaki arabalar da olmasa kendinizi ortaçağda bir törende hissetmeniz mümkündü.
Açıkçası insanı yazarken bile yoran bir
disiplin içerisinde yapılıyor törenler. Kıyafet konusunda inanılmaz bir katılık var. Frak giymek şart. Smokinle bile olsanız kapıda kalırsınız.
Nitekim hem Gül hem Davutoğlu ilk kez frak giymiş oldular. Aslında İngiliz kraliyet ailesinin her şeyi sembolik.
Fakat İngilizler bunu da paraya çevirmeyi başarmışlar. Öyle ki
Kraliyet Ailesi'nin her hareketi reklam olmuş. Bir bakıma İngilizler'in şu anki en büyük 'soft power'ı Kraliyet Ailesi denebilir.
Önünden geçtiği sarayda ağırlanıyor
Londra Cumhurbaşkanı Gül için ayrı bir anlam daha ifade ediyor.
1975-76 yıllarında burada öğrenciydi. O yıllarda bugün devlet başkanı olarak ağırlandığı sarayın önünden geçerken -ki
Elizabeth o zaman da tahttaydı- bugünleri tahmin bile edemiyordu. Aslında bu da
Türkiye'nin ayrı bir güzelliği. Bütün eksikliklerine rağmen Türkiye'de kanalların açık olduğunun delili Gül'ün o koltukta oturuyor olması.
Gül, kişisel gelişiminde Londra'nın etkili olduğunu söylüyor. Gül'ün siyasi geçmişine baktığımızda da bunun izlerini açıkça görüyoruz. Daha uzlaşmacı daha esnek ama temel konularda çok kararlı bir duruş sergiliyor.
Cumhurbaşkanı'nın İngiltere ziyareti aynı zamanda ekonomi için de önemli. Çok sayıda iş adamı da burada. Goldman Sacks'ın düzenlediği toplantılara Davutoğlu ve
Babacan da katılıp Türkiye perspektiflerini anlattılar.
Malum olduğu üzere
iş dünyası parayı ve fırsatları koklama konusunda oldukça mahirdir.
Goldman Sacks'ın 2050 projeksiyonu ilginç. İngiltere ile Türkiye Avrupa'nın en iyi iki ekonomisi olacak diyorlar. Bu projeksiyonun sağlam analizler üzerine yapıldığı açık.
Türklerin başarı hikâyesi
Ayrıca önceki
akşam Londra'da önemli bir program daha vardı. Londra merkezli Business Network 'en başarılı Türkler'i seçti.
Hilton Oteli'ndeki 700'ü aşkın davetlinin arasında İngiliz siyasetinin önemli simaları da vardı. Bugüne kadar Britanya'da 'kebapçı, dönerci ve mülteci' olarak anılan Türkler, artık beyaz yakalı ve başarı hikâyeleri yazıyorlar.
Davutoğlu'nun vizyoner konuşması yanında Londra Belediye Başkanı Boris Jhonson'un performansı dikkat çekiciydi.
Büyük dedesi Türk olan Jhonson'dan öğrendik ki İngiltere'deki ilk kahvehaneyi de açan bir Türk'müş. Açıkçası Jhonson bir talkshow sunsa
reyting rekorları kırar çünkü inanılmaz renkli ve esprili bir siyasetçi.
Gül'ün seyahati yarın gece bitecek.
Diğer izlenimler de bir sonraki yazıda...