Dersim, ikinci defa gündemde.
10
Kasım 2009'da dönemin
CHP milletvekili
Onur Öymen,
Meclis kürsüsünden "Dersim'de analar ağlamadı mı?" dediğinde,
Türkiye, gerçekten sallandı. Birden hepimiz dikkat kesildik: "Neydi bu Dersim?" Tarihe meraklı olanların bile tam bilmediği, unuttuğu, atladığı bir konuydu bu. Sonra gördük ki, resmî tarihin "
isyan" diye geçiştirdiği konu, aslında,
tek tip yurttaş mayalama projesinin bir uygulamasıydı.
Cumhuriyet elitleri, kendilerini vasi gibi görüyor,
vesayet sistemi için iki düşman belirliyorlardı: Gericiler ve bölücüler... Dindar,
Kürt,
Alevi kimlikleri istemiyorlardı. Hem Kürt hem de Alevi olan Kızılbaş Dersimliler ise tam bir çıbanbaşıydı. "Okşanarak" hizaya gelmeleri de mümkün değildi. Çıban, kökünden kazınmalıydı.
Tartışma, bilinmeyen pek çok gerçeği su yüzüne çıkardı. "İsyan ettiler" bahanesiyle Dersim'de tam bir
katliam yapılmıştı. Bir dönem
Dışişleri Bakanlığı yapan
İhsan Sabri Çağlayangil, mağaralara sığınan kadın, çocuk, ihtiyar yüzlerce insanın gaz bombasıyla fare gibi zehirlendiklerini söylemiş meğer. Hem de kime? Bugünün CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'na. Sonra, 40-60 bin kişi arasında insanın katledildiğini,
Başbakan Erdoğan'ın ağzından duyduk. Sabiha Gökçen'in; en alçaktan uçarak 50 kiloluk bombaları kendi insanımızın üzerine attığı için "savaş pilotu" olarak kahramanlık madalyası aldığını öğreniverdik.
Şimdi de CHP
Tunceli vekili Hüseyin
Aygün'ün, gazetemizdeki sözleri tartışılıyor. Aygün; "Dersim katliamının sorumlusu CHP v
e devlettir." diyor,
Mustafa Kemal Atatürk'ün de katliamdan haberdar olmamasının mümkün olmadığını dile getiriyor.
Aygün'ün sözleri CHP'yi sallıyor. 12 milletvekili ortak basın toplantısıyla, Kılıçdaroğlu yönetimine
muhtıra veriyor, parti içinde eski defterler yeniden açılıyor. Ama mesele, CHP'nin içi değil, Cumhuriyet'i,
demokrasi ile buluşturmayan vesayetçi zihniyeti sorgulamaktır.
Vesayet sistemi/rejimi, bu ülkede bütün hesaplarını kutuplaşmalar üzerine yaptı. Sağcı-solcu, ilerici-gerici, laik-anti laik, Türk-Kürt,
Sünni-Alevi kutuplaşmalarının hepsi, bu milleti demokrasiden uzak tutmak için bilerek, kasten hazırlandı. O sayede oluşturulan zeminlerde, on yılda bir
darbeler sahneye konuldu.
Vesayet sistemi, isyan bahaneleri ile ezdiği, sindirdiği, korkuttuğu Alevileri, daha sonraki darbe dönemlerinde, hep hesaplarının içinde düşündü.
Maraş katliamı (1978) ve
Çorum katliamı (1980) 12
Eylül darbesine zemin hazırlamak için tezgâhlandı.
1993'teki
Sivas Madımak katliamı ise laik-anti laik kutuplaşması için planlanmıştı. Aynı amaçla İstanbul'da
Gazi Mahallesi'ndeki provokasyon devreye girdi. Koçgiri,
Ağrı ve Dersim'de, Alevilerin yüreğine salınan korku, habire hatırlatılıyor, unutturulmak istenmiyordu. Katledilen annelerinin elbiseleri altına saklanarak,
kaya ve
ağaç kovuklarına bırakılarak hayatta kalan Dersim yadigârlarına, "
derin devlet" şunu diyordu: "Şeriat gelirse, yaşama şansınız yok. 'Rejimin muhafızları' olmak zorundasınız..."
Toplumda ne zaman
kaos ve kargaşa ortamı tezgâhlamak isteseler, Alevi-Sünni çatışmasını devreye sokan vesayet odaklarının oyunları,
Ergenekon davasından sonra bozuldu. Alevi önderlerine yönelik suikast planları, gerçeğe ışık tuttu.
Ergenekon davası Alevi camiasını sarstı. Ama Alevi kurumları, kendilerine yakışacak duruşu sergileyemediler. Kirli yapının mazlum ve mağdurlarıydılar ama seslerini yükseltemediler: "Soruşturma derinleştirilmeli, aydınlatılmalı, nereye kadar gidiyorsa oraya kadar gidilmeli, Maraş ve Sivas dosyası yeniden açılmalı" diyemediler...
Mesele, CHP, Kılıçdaroğlu, parti içi çekişmeler değil. Mesele derinlerde. Bu ülkede artık kimse, yüz yıllık yüzleşmeden kaçamaz. Dersim hakikati, eski Türkiye'yi noktalıyor. Dersim, vesayetin çivisini çıkarmıştır. Dağılan parçaları, artık kimse bir araya getiremez. Yıkılan payandaları kimse ayağa kaldıramaz...