Sonunda bu da oldu. Şimdiye kadar pek fazla dikkat çekmeyen bir
Osmanlı padişahı CHP'li
Muharrem İnce'nin sihirli dokunuşuyla gündemimize balıklama dalmış oldu.
TBMM'nin hazırladığını ileri sürdüğü bilimsel bir sempozyumun davetiyesinden yola çıkan İnce, bu davetiyenin ihtişamı yanında 10
Kasım için hazırlanan resmi bildirinin pek silik soluk kaldığını ileri sürdü. Dedektifliği de
ihmal etmiyordu: Neden tam da 17 Kasım'da başlatılmıştı sempozyum? Bu tarihte "
hain"
Sultan Vahdettin İngiliz gemisiyle kaçtığına göre hükümetin maksadı neydi?
İşin garibi, eskiden muhafazakâr aydınlar Abdülmecid'i kıyasıya eleştirirken Kemalistler modernliğine sahip çıkardı, şimdi iş tersine döndü.
Başbakan Erdoğan'ın çılgın projeyi açıklarken "Dedemiz Abdülmecid" sözünden anlaşılacağı gibi onun modernliğini sahiplenme sırası muhafazakârlara, eleştirme görevi de sözde Batıcılara düştü. Ne diyelim: Sanki Abdülmecid'in de başı dönmeye başladı!
Kendini bilmez bir
köşe yazarı da aklınca Abdülmecid'e "amca" diyerek dalga geçmek istemiş. İkide bir CHP'nin geçmişini aklamak için çırpınan bu zata en güzel cevabı kim veriyor, biliyor musunuz? Bizzat İsmet
İnönü. "İnönü Ansiklopedisi"nin 1946 tarihli 2. fasikülündeki "Abdülmecit" maddesinde Osmanlı Devleti'nin 31. padişahı hakkında çok önemli bilgiler verilmiş. Biz söylesek inanmayacak olanlara kendi dillerinden
cevap vermek bir fayda sağlayabilir ümidiyle özetliyorum maddeyi:
Sultan Abdülmecid Tanzimat Fermanı'nı ilan etmiş,
Mısır meselesini çözmüş, bize sığınan Macar mültecilerini Ruslara teslim etmeyerek dünyada "pek iyi bir etki" yapmış ve Macarlarda Türklere karşı "ırkdaşlık sevgisi" uyandırmış,
Kırım Savaşı'nı açmış, Silistre zaferi onun zamanında kazanılmış, 1856
Paris Kongresi'nde Osmanlı Devleti'nin bağımsızlığı sağlanmış, Islahat Fermanı'yla Hıristiyan uyrukluların kişi ve mal güvenliğiyle mezhep ve
öğretim özgürlükleri sağlamlaştırılmış.
Ayrıca pek çok yeniliğe
imza atmış. Mesela rüşdiye denilen ortaokulları yaygınlaştırmış, annesinin yaptırdığı şimdiki
İstanbul Kız
Lisesi'nde Darülmaarif adıyla bir lise açmış, hemen bütün okulların açılış ve diploma törenlerine katılmış, hatta sınavlara varıncaya kadar katılmaktan çekinmemiş, öğrenci ve öğretmenleri
teşvik etmiş.
Bu da yetmezmiş gibi, 1845'te Ayasofya'da bir üniversite binasının yapımını başlatmış ve üniversiteye hoca yetiştirmek üzere
Avrupa'ya öğrenci göndermiş,
ders kitaplarının yazımı içinse Encümen-i Daniş adlı bilim akademisini kurmuş (1851). İlk öğretmen okulu ile Mülkiye'yi
kuran da,
İzmit kağıt fabrikasını açan da o olmuş.
Adalet ve
Milli Eğitim Bakanlıkları Abdülmecid zamanında kurulmuş. Zamanında Avrupa ile ticari ve mali ilişkiler artmış.
Borç alınarak faydalı eserler meydana getirilmişse de, paranın birçoğu da saray ve köşklere harcanmış. Gureba ve Haseki hastaneleri açılmış. Kara ve Deniz
Harp Okulları, Mecidiye adını taşıyan kışlaları ve
Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırmış.
"İnönü Ansiklopedisi" 38 yaşında ölen bu Osmanlı padişahı hakkında şu olumlu hükmü veriyor: "Bazı kusurlu ve zayıf tarafları olduğu halde, uyanık ve hamiyetli devlet adamlarını kullanmak hususundaki yeteneği ile Abdülmecit'in saltanatı 19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin oldukça itibarlı bir devrini teşkil eder."
İtibarlı, öyle mi? Abdülmecid hakkında bu olumlu hükmün CHP'nin Tek Parti iktidarında, üstelik İnönü'nün izni alınmadan devlette kuşun uçmadığı bir zamanda verildiğini unutmayın.
Görülüyor ki, Abdülmecid olmadan
Cumhuriyet'e ve bugüne giden yolu belirlemek mümkün değil. Düşünün ki, Atatürk'ün okuduğu Harbiye'yi o "amca" açmış, ilk telgraf ve
demiryolu hatlarını (telgraf okulu dahil) o kurdurmuş, bugün hâlâ devam eden süreli askerlik ve "kura" uygulamalarını başlatmış, yeni ticaret ve
arazi kanunlarını çıkarmış, ilk
bütçe onun zamanında yapılmış ve ilk kağıt para çıkarılmış, hatta Fossati'ye Ayasofya'nın
tamirini de o yaptırmıştı.
Abdülmecid en çok döneminde israf ve sefahatin, Avrupa taklitçiliğinin arttığı için eleştirilir. Bu eleştiride
Cevdet Paşa'nın yazdıklarının büyük payı var. Ancak unutmayalım ki, Cevdet Paşa da doğrudan Abdülmecid'i sorumlu tutmaz. Kâh "Mısır döküntüleri"ni, kâh devrin
paşalarını, kâh saray kadınlarını suçlar ve Abdülmecid'in israfı önlemek için nasıl sert tedbirler aldığını, hatta saray kadınlarını tehdit ederek "Aklınızı başınıza toplamazsanız dövdürürüm" dediğini yazar.
Abdülmecid'in iktidarı kuşkusuz sıkıntılı bir dönemdir; dış borç alınmak zorunda kalınması hayra alamet değil. Kuşkusuz kültür Avrupa'dan etkilenmiştir;
Necip Fazıl'ın deyimiyle "piç
mimari" yaygınlaşmıştı. Ve hiç kuşkusuz Tanzimat rüzgârı; kanunlardan
giyim kuşama, Batı'dan
medeniyet ithali için seferber olunmuştu.
Ancak 22 yıllık uzun bir dönemi bu dar çerçeveye hapsetmemek lazım. Her evladına bir Batı müziği enstrümanı çalmayı öğretecek kadar Batı müziğinden hoşlanan padişah, aynı zamanda önemli bir hattattı. Yazdığı devasa levhaların birisi halen Bursa'da Ulucamii'nde. İlginç olan husus, Cumhuriyet devrinde tuğraların yasaklanmasını fırsat bilen bir gayretkeşin Abdülmecid'in levhadaki imzasının üzerini kapatmış olmasıdır. Son restorasyonda üzeri açılınca görüldü ki, levha Abdülmecid'e aittir.
Abdülmecid'in bir özelliği de, Mekke'de Harem-i Şerif'i, Medine'de Ravza-i Mutahhara'yı tamir ettirmesi, Hırka-i Şerif'in bulunduğu yer ile Yahya Efendi türbesinin yanına birer cami yaptırmasıdır. Efendimiz'in (sas) hücre-i saadetinin tamirini yaptırıp çevresini düzenleten Abdülmecid'in tamir kitabesi üstüne tuğrası konulur ve bu bilgi, kulağına kadar gider. Bunu yapan kişiyi şöyle uyardığı rivayet edilir: "Benim adımın orada işi ne? Eğer ille de yazacak idiysen 'günahkâr Abdülmecid' yazmalıydın." Ve ille de tuğrasının asılması gerekiyorsa Efendimiz'in ayak ucuna asılmasını tembihler.
Kuba Mescidi'nin kapısına koydurduğu çift tuğranın sırrına eğilerek vedalaşalım.
Abdülmecid döneminde Kuba Mescidi tamir edilir ve kapısına klasik Osmanlı kitabelerinden birisi konulur. Ancak bir fark hemen dikkati çeker. Kitabede biri en üstte ve büyük, diğeri en altta ve
küçük olmak üzere iki tuğra vardır. Normalde bir tuğra konulması gerekirken neden iki tuğra konulmuştur dersiniz? Uğur Derman hocadan dinleyelim cevabı:
"Kuba Mescidi'nin bizzat
İslam Peygamberi tarafından kurulmuş olduğu düşünülerek, Osmanlı'ya has bir incelik gösterilmiş ve zaman sanki Asr-ı Saadet imiş ve Mescid de sanki o ilk Kuba Mescidi imiş gibi üstüne
mescidi yaptıran İslam Peygamberi adına bir tuğra konulmuş ve Osmanlı padişahının tuğrasına, Peygamber'e hürmeten anca kitabenin altında yer verilmiştir."
Belki de dünyada Resulullah (sas) adına yapılan tek tuğra bugün Kuba Mescidi'nin kapısında yok. Çünkü Abdülmecid'in bu inceliğini Suudiler buldozerlerle yıktırdı.
Peki bu Abdülmecid niye anlatılmaz?