Tümgeneral Bakıcı'nın firarı, geride bıraktığımız karanlık dönemin bir özeti gibi. Mehmet Kamış'ın dünkü yazısı, unuttuklarımızı hatırlatıyor.
12
Mayıs 2011 tarihinde 12
PKK'lı Şırnak'ta Bakıcı'nın sevk ve idare ettiği bir
operasyonla öldürüldü. Bu operasyon oldukça tuhaftı ve üzerinde çok
tartışma yapıldı. Bir hafta öncesinde Bakıcı, komutanlarından habersiz
Kuzey Irak'a geçmiş ve birileriyle görüşmeler yapmıştı. Operasyonda öldürülen PKK'lılar örgüte yeni katılmış acemi militanlardı. Bir çatışmada öldürülmediler. Militanların bulunduğu yerin koordinatlarının PKK tarafından verildiği, yem olarak kullanıldıkları söylendi. Arkasından cesetler açık arazide bekletildi, normal olarak
Diyarbakır veya Malatya'ya gitmesi gerekirken Şırnak'a getirildi. Halkın tepkisini çekmek ve kitleleri
tahrik etmek için mümkün olan her şey yapıldı. Sonunda 2.
Ordu komutanı Şırnak'a gelerek duruma el koydu ve provokasyon durduruldu.
Senaryo yakından bildiğimiz
Ergenekon tezgâhlarından biriydi. PKK,
seçimler öncesinde 'eylemsizlik' durumuna geçmişti. Bu strateji, yoğun şiddet ortamının BDP oylarını olumsuz etkileyeceği hesabına dayanıyordu.
AK Parti için de seçim döneminde şiddetin durması olumlu bir gelişme idi. Bu yüzden PKK hedeflerine karşı operasyonlar kendiliğinden durmuştu. Bakıcı, Şırnak'ta bireysel bir inisiyatif kullandı. 12 tane acemi PKK'lının
keklik gibi avlanmasının tek açıklaması vardı: Ateşkesi sona erdirmek ve PKK'yı savaşa zorlamak. Nihai amaç, seçim sonuçlarını etkilemek, AK Parti'nin karizmasını çizmekti.
İlk defa bir Türk
paşası, bizim görevi başında zannettiğimiz bir tümgeneral firar edip başka bir
ülkeye kaçıyor. Siyasete boğazına kadar batmış İttihatçı subayların, yine de hayatlarının sonuna kadar sürdürdükleri bir askerlik şerefi vardı. 'Ya devlet başa, ya kuzgun leşe' mantığı il
e devlet içindeki
iktidar oyunu kaybedilince, Yakup Cemil gibi idam mangasının önüne dimdik çıkarlardı. Veya kafalarına
silahı dayayıp, askerlik şerefini ve geride evlatlarına bırakacakları ismi temize çıkartırlardı. Tümgeneral Bakıcı'nın firarı, öncelikle silah arkadaşlarına karşı yapılmış bir
ihanet. Ergenekon davasında savcıların tutukluluk gerekçesi olarak kullandıkları 'firar' riski, artık bir ihtimal olmaktan çıktığı için,
tahliye edilecek durumda olanların bile tutukluluğu devam edebilir. Daha önemlisi, 'bu kadar önemli mevkilerde bulunan kişilerin kaçma ihtimali olmaz' gerekçesinin berhava olması. Bir adım ötesi, bir Türk paşası olmanın öneminin artık ortadan kalkması.
Tümgeneral Bakıcı'nın, Rus istihbaratının oyuncağı haline gelmeyeceğini kim garanti edebilir? Tarihimizde örneği var mı?
Abdülmecid,
ölüm yıldönümü vesilesiyle gündemde. İlk
tahta geçtiğinde
Mısır gailesi devam ederken, Sadrazam'dan korkan
kaptan-ı derya, donanmayı götürüp Kavalalı Mehmet Ali'ye teslim ediyor ve tarihe Hain Ahmet Paşa olarak geçiyor. Acaba Bakıcı yanında Rusya'ya, İran'a ne götürüyor?
Karanlıklar aydınlandı.
Askerlik mesleğinin şerefi, ordunun itibarı kirli iktidar oyunlarını gizlemek için harcanmış. 2007 yılında,
Danıştay suikastını merkeze alıp önüne ve arkasına bakın.
367 krizi, 27
Nisan e-muhtırası, lahikalar,
Cumhuriyet mitingleri, internet
andıcı, aynı entegre planın mütemmim cüzleri değil mi? Bakıcı'nın 12 Mayıs 2011 tarihli operasyonu, bu bilindik taktiklerin son örneği olarak görünmüyor mu?
Kürt sorununu istismar ederek saltanat süren güçler, iktidar oyununu kaybettiler. Artık devlet, bu sorunu çözmeye çalışırken kendi içinde kurulan tuzaklara düşmüyor. Tek bir
egemen akıl, elindeki güçleri seferber ederek sonuç alıyor. PKK ile mücadelede devlet içindeki koordinasyon ilk defa son altı ay zarfında sağlanabildi. Sonuç, PKK elindeki çareleri hızla tüketiyor.
Darbe tehdidinin, bir asker meselesi olmadığı, Türkiye'nin dirliğine, birliğine ve güvenliğine yönelik en ciddi tehdidi oluşturduğu anlaşıldı. Nasıl? Çünkü ülke uçuruma sürüklenmeden
darbe yapılamazmış. Görüyorsunuz bir tümgeneral firarda.