Osmanlı revaklarının tarihin
tavafına, Ka'be'nin sahibinin takdir ettiği yol ile katılacağını anlatan son yazım üzerine epeyce
eleştiri aldım. Eleştirilerin büyük çoğunluğu katkı mahiyetinde, söylediklerimi teyid edecek şekilde kendi deneyimlerini paylaşmak üzere yapılmış. Son on yıl içinde Hac veya Umre'ye gitmiş olanların orada yaşadıkları veya şahit olduklarının toplamından revakların durumu ile ilgili genellikle benzer bir kanaat hasıl oluyor. Revaklar gerçekten yapıldıkları günden itibaren elli yıl öncesine kadar
hizmetlerini hakkıyla yerine getirmişler. Osmanlı'nın
Harem-i Şerif üzerine nasıl titremiş olduğuna, nasıl bir hizmet anlayışıyla
nöbet tutmuş olduğuna şahitlik ediyorlar adeta.
Ancak revakların kaldırılmasının Osmanlı'nın veya genel olarak tarihin izinin silinmesi olarak niteleyenler için yapılması gereken bir hatırlatma, bizzat bu revakların yapılmasının da sayısız tarihi varlığın yok edilmesi pahasına gerçekleşmiş olduğudur. Çünkü daha önce Ka'benin dibine kadar girmiş evler ve her birinde Peygamberin ve ashabının bir çok hatırasının yer aldığı mekanlar Harem'in genişletilmesi projesi olarak revakların yapılması esnasında dümdüz edilmiş. Bugün Safa ve Merve tepeleri arasında yapılan sa'yin hervele yapılan kısmı hemen karşısındaki Ebu Kubeys tepesinden görünen kısımdır ki, diğer yerlerden sa'y koridorunu görmeyi engelleyen şey sadece aradaki binalardı. Bugün bu tepeden aslında bu koridorun tamamı sadece parmaklıklar arasından da olsa görünüyor ama Ebu Kubeys tepesinin üzerinde de artık Suudi Kralının sarayı var.
Yazıma gelen eleştirilerden söylediklerime katılmayanların da görüşlerinin dayanağı bu yıkımların yerine ikame edilenler zaten.
Kabe'yi genişletmek üzere yıkılan binaların yerine saraylar veya Kabe'yi ezen binalar ikame etmek...
Bugün
Mekke'nin yeniden yapılandırılma çalışmalarının Kabe'nin varlığını gölgede bırakan bir boyutu olduğu doğru. Oysa ben yıkılanların yerine ikame edilen binalar veya devasa projeler için hiç bir şey söylemiş değilim. Bunlar tabii ki tartışılabilir. Ebu Kubeys tepesinde bir sarayın veya
Zemzem otelinin inşasının anlamı üzerine de bir dizi şey söylenebilir, söylenmeli de.
Gündemdeki yeni genişletme çalışmasının haber verdiği yeni "Kabe ve çevresi" manzarası gerçekten uzaktan, bir mabedden ziyade,
Las Vegas tarzı göz boyayıcı görselliğiyle göze çarpıyor. Kabe'nin karşısında bir tarih duyarlılığının fazla gerekli olmadığını söylemek başka bir şey, tarihsel kimliğe karşı bu kadar aşırı bir duyarsızlık da başka bir şey.
Tarihsel varlıkları fetişleştirmemek önemli, ama Mekke gibi kadim bir şehrin yeniden yapılandırılmasına karar verirken bu şehri tarihsel kökenlerinden neredeyse tamamen koparacak bir radikallikte hareket etmek gerekmiyor elbet. Mekke'nin yeniden yapılanması projelerine,
Müslüman bir hayat tarzı veya duyarlılığı olan mimar veya şehir plancılarının görüşlerinin yansıdığı izlenimi edinilmiyor.
Suudi yetkililerinin, Haremeynin hadimi olmayı, buraların sahibi ve maliki olmak şeklinde değerlendirmemesi gerekiyor. Buralara teveccüh eden 1,5 milyar Müslümanın beklentilerini önemsemek bu hadimliğin bir parçasıdır. Bu kadar Müslümanın ortak aklına başvurulmuş olsa çok daha hayırlı, çok daha işlevsel projeler çıkarılabilirdi.
Bunlar çok doğru, ancak bizim revaklarla ilgili söylediğimiz şey bunlarla fazla ilgili değil. Daha ziyade hiç bir fonksiyonu kalmamış olduğu halde, hatta aksine tavafı tam bir eziyete dönüştürecek hale gelmiş olduğu halde sadece Osmanlı eseri diye revakları korumakta ısrar etmenin ne anlama geldiğiyle ilgiliydi söylediğimiz. Osmanlı'nın Ka'be'nin yapısına yaptığı katkıyı neredeyse Ka'benin kutsal bir parçası haline getirmek pek sağlıklı ve İslami bir tutum değil. Orada Allah'ın şiarlarından başka kutsallaştırılacak bir şey yok, ki o şiarların kutsallığı da Hz. Ömer'in Haceru'l Esved'in karşısında sergilediği derin bilinçle
mükellef olmalı.
Bu şiarların cismani varlığıından ziyade sembolik bir anlamı olduğu bilinci, oradaki cismani varlıktan ziyade ibadete (tavaf, namaz ve sa'y) katılımı önplana çıkarır. Diğer yandan bu revakların kaldırılmasıyla yerine eleştirilen türden başka bir binanın ikamesi zaten mümkün değil. Harem alanının genişletilmesine yönelik diğer projeler için böyle eleştiriler haklı olsa da revaklar için böyle bir durum sözkonusu bile değil.
Ayrıca, doğrusu, oraya dikilen bütün otellerin çirkinliğinden, hatta Ka'be'den yüksekliği dolayısıyla küstahlığından bahsedilebilse de, ortaya çıkan görüntüde Kabe'nin çok küçülmüş olması biraz bakış açısıyla ilgili. Bu manzarada bile bütün bu devasa yapılanmanın hepsinin merkezinde belirleyici bir unsur olarak Ka'be var. Sonuçta herşey onun için ve onun etrafında yapılmış oluyor. Ka'benin bir yapı olarak büyüklük, devasalık, orijinallik, dünyadaki veya çevredeki her cisimden daha büyük olma veya görünme iddiası yok ki. Aksine Ali Şeriati'nin nefis tasviriyle Kabenin en büyük iddiası basitliği ve yalınlığındadır.
Bu da doğru olsa da, başka bir bakış açısından, sergilenen binalaşma teşebbüsü tam bir çılgınlık hatta bir
kıyamet alameti olarak görünse yeridir. Dünyanın bugün ulaşmış olduğu aşırı nüfus, aşırı hareketlilik ve yüksek teknolojinin Kabeye doğrudan yönelttiği nüfus da çok büyük ve bu belki insanlığın asıl trajedisi. İnsanoğlunun, dünyayı sözümona imar etmeye çalışırken, bir yandan da kıyametini hazırlıyor olması. Dahası, dünyanın her yanında yaşanan bu trajik gidişattan Mekke'nin muaf olamaması...