Osmanlı revakları da Tavaf'a katılıyor


Hac mevsiminin son teşrik günlerinde hacılar ertesi gün şeytanları taşlamak üzere Mina'da geceliyor. Toplamda üç gecelik bir konaklamada bulunan hacıların duruşları başlıbaşına müthiş bir olay. Türk hacıları genellikle Diyanet'in verdiği bir fetva icabınca Mina'da gecelemeyi tercih etmedikleri için, en azından gece vakti burada yoklar. Türk hacıları genellikle ikindi vaktinden itibaren kaldıkları otellerden Mina'ya şeytan taşlamaya gelip hemen bu bölgeyi terk ediyorlar. Oysa İslam ülkelerinin geri kalanları Peygamber Efendimizin Mina'da gecelemesini Haccın vaciplerinden saydıkları için burada konaklıyor. Ancak burada konaklamak başlıbaşına bir dert. Çünkü çadır kurulan yerler hacıların hepsini barındıramıyor. İnsanlar kaldırımlarda, orta refüjlerde, tepelerde, hatta yolun neredeyse yarısına taşarak serdikleri hasırlar üzerinde uzanıp yatıyorlar. İlk bakışta insanlar kalacak evleri, otelleri olmadığı için evsiz-barksız halleriyle bir sefalet görüntüsü veriyor. Üç günün sonuna doğru insanlara çöken yorgunluk ve kıyafetlerin eskimesi sefalet görüntüsünü pekiştiriyor. Oysa bu şekilde kalanların her biri kendi memleketinden buralara bir yol bulacak kadar hali vakti yerinde insanlar. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru bir kurşun gibi ağırlaşan bedenlerini yerlere serenlerin doğru dürüst dinlenmesi sözkonusu bile değil. Peygamber sünnetine ittiba aşkıyla katlanılan bu çile neresinden bakarsanız muhteşem bir aşk hikâyesi. Gecenin bir vaktinde bembeyaz örtüler altında uyuyan insanların halleri bir mezarlık görüntüsünü andırıyor. TV 8'den Erkan Tan, sabaha doğru bu mezarlık görüntüsünden insanların yavaş yavaş vücutlarını gererek uyanmaya çalışmalarını bir mezardan dirilerek kalkmaya benzetiyor. Bu da zaten mahşerin provası olan bir tecrübeye çok uygun düşen bir benzetme. Biz de şeytanların ikinci kez taşlanmasının ardından 3. Teşrik gününü beklemeden şehirlerin anası (ümmü'l Kurâ) Mekke'ye veda tavafı yapmak üzere varıyoruz. Dileyenler 3. günü bekleyip son kez taşlayıp öyle ayrılabiliyor. Birçok insan üçüncü günü beklemeden haccın menasikinden olmak üzere veda tavafına koşuyor. Bu da Mescid-i Haram'ı muazzam bir kalabalığın toplandığı bir yer haline getiriyor. İğne atılsa yere düşmeyecek bir kalabalık, bütün genişleme çalışmalarına rağmen dış avlusunun en dışından itibaren adım atmayı bile alabildiğine zorlaştıracak şekilde dolduruyor. Zar zor Mescid'e girilse de Kâbe'ye ulaşmak neredeyse imkânsız. Tavaf revakların bulunduğu yere taşmış. Ancak burası da hem tavaf süresini epeyce uzatıyor hem de kalabalığı almaya yetmiyor. Derken üst katlara çıkıyor tavaf, oralarda da neredeyse aynı kalabalık. Bu nasıl bir teveccüh, nasıl bir mahşeri kalabalık ya rab! Bu arada Osmanlılar tarafından yapılmış olan Revakların kaldırılmasıyla ilgili tartışmayı hatırlıyoruz. Bu yıl da gündeme gelmiş. Türkiye'ne önemli bir kesim Suudilerin bunu Osmanlı'nın izlerini yok etme niyetine bağlıyorlar. Çok büyük bir haksızlık. Bu tavafı yapmaya kalkışan herkes bunun ne kadar büyük bir haksızlık olduğunu, Kabe'nin genişlemesinin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu ayne'l yakin görür. Esas bugün mimari açıdan hiçbir fonksiyonu kalmamış olan revakları, tavaf yapan milyonlarca insanı eziyetler altında bırakma pahasına, sadece Osmanlı hatırası diye korumaya çalışmak son derece yanlış. Burada bu eziyeti yaşayan herkesin bu eziyete bu revaklar yüzünden katlanıyor olduğunu düşünmeye başlaması, esas o, Osmanlı hatırasına büyük bir saygısızlık gibi görünüyor. Çünkü Kabe'ye en hayırlı hizmetkârlığı zamanında yapmış olan Osmanlının tek maksadı hizmet iken, bugün bütün hacıların Beytullah'a atılmış Osmanlı imzasını korumak uğruna bu eziyete katlanması hadim-i haremeyn olmanın hikmetiyle bağdaştırılamayacak bir şeydir. Osmanlı Mescid-i Haram'a hizmet etmeyi varlık sebebi görmüşken bu yolla bir bakıma kendisine hizmet ettirmeyi asla düşünmezdi herhalde. Zaten binbir türlü meşakkatle hac farizalarını yerine getiren hacılar revaklar yüzünden ayrıca eziyet çekmiş oluyorlar. Adeta bu halleriyle Osmanlı'ya da hizmet etmiş oluyorlar. Bu da herkesin saygıyla eğilmesi gereken Beyt'in sahibi karşısında başka bir şiar daha yükseltmekten farksız. Tevhidî açıdan da çok sorunlu bir durum bu. O yüzden Diyanet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Saim Yeprem'in konuya daha sağlıklı yaklaştığını düşünüyorum. "Kâbe'deki Osmanlı revaklarının genişletilme çalışmaları dolayısıyla yıkılması kararının dini bir boyutu yok. Burada amacın Osmanlı'nın izlerinin silinmesi değil, Hac'daki yüz binlerce kişinin izdihamını önlemek ve daha rahat ibadet imkanının sağlanması maksadının olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar eskiden Suudi yetkililer Osmanlı miraslarına iyi davranmamış olsalar da bu kararın bir zorunluluktan kaynaklandığını düşünüyorum. Ayrıca bizzat Kanuni de bu revakları tamamen o dönemde tavaf yerinin genişletilmesi maksadıyla yapmıştı." Daha önce Tarih ve Değişimin Tavafı başlıklı bir yazımda, Kabe'nin varlığı karşısında aşırı tarih duyarlılığının sakıncalarına işaret etmiştim. Gerçekten Kabe'ye gittikçe artan ilginin ortaya çıkardığı genişletme çabası karşısında adeta tarihin de değişimin de bir tür tavaf ile Allah'ın varlğı karşısında yok oluş tecrübesini bize yaşattığını görüyoruz. Bırakınız Osmanlı mirasını, Peygamber ve sonraki nesillerin Harem etrafında, Mekke'nin sokaklarına bırakmış oldukları hiçbir izden eser yok şimdi. Geriye sadece o mucizevi Ka'be ve Allah'ın şiarları (Safa-Merve) ile bu tavaf ve sa'ye iştirak eden kitlelerin hiç değişmeyen menasiki kalmış. Hizmetlerini zamanında fazlasıyla yapmış olan Osmanlı Revakları da bu tarih tavafına katılmış olacak, tıpkı eninde sonunda herkesin ve her şeyin katıldığı ve katılacağı gibi. Böylece geriye sadece Celal ve İkram sahibi Rabbin vechinin kalacağını haber vermiş olacaklar.
<< Önceki Haber Osmanlı revakları da Tavaf'a katılıyor Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER