Kurulmuş
yandaş televizyon kanalına,
zehir saçıp duruyor...
Kim mi?
Kim olacak? Ben elbette...
Kaç gündür köşemde zehir saçıyorum, bir de bunları televizyonda tekrar ediyorum.
Şimdi, “
Atatürk sizin bildiğiniz Atatürk değildi, farklı cihetleri vardı. Neden onda sosyalist bir lider vehmediyorsunuz? Neden
darbeci düşüncelerinizi ona dayandırıyorsunuz? Bu yaptığınız Atatürk’e
hakaret değil mi?” desem, başlayacaksınız yine, “Bak, gördünüz mü? Nasıl da zehir saçıyor” diye yaygaraya...
Bir ara, “Atatürk aslında sosyalistti” geyiğine sardırmışlardı.
Büsbütün haksız da sayılmazlardı aslında; “
Türkiye Komünist Fırkası”nı bizzat kendisi kurdurtmuş, Yunus Nadi’ye partinin yayın organı olarak “Yenigün” gazetesini çıkarttırmış, Fevzi Çakmak’ı, Kazım Karabekir’i, İsmet İnönü’yü, Refik Koraltan’ı, Tevfik
Rüştü Aras’ı, Kılıç Ali’yi ve adlarını buraya sığdıramayacağımız Türk büyüklerini partiye aza kaydettirmişti.
Kötü haber:
Muradı “sosyalizm” değildi...
Rusya kanalıyla Anadolu’yu etkilemeye başlayan (dönemin moda ifadesiyle) “komünizma belasını” defetmek, dolayısıyla Sultan Galiyef’le Mustafa Suphi’nin defterlerinin dürülmesini sağlamak için bu yola girmişti. Çünkü, Mustafa Suphi’nin, “Türk-
İslam unsurlarını” tek
bayrak altında toplama fikri, Kafkasya’dan sonra Anadolu’da da
taraftar bulmaya başlamıştı.
Dolayısıyla Atatürk, “komünizm lazımsa, bunu biz yaparız” demiş oluyordu. Moskova’yla da stratejik ortaklığın kapısını aralıyordu.
Sosyalist değildi. Akıllı bir liderdi.
Onu bürokrat totaliterliğin değişmez şefi ilan edip “nasyonalist” bir kalıp içine hapsedenler de çuvallamışlardır. Gerçeğin öyle olmadığını, ancak “1937 fırtınası”ndan sonra anlayabilmişlerdir. (Burası
Mustafa Mutlu için.)
Eskiler “
Gazi” tesmiye ederdi.
Sonra Atatürk oldu.
Derken, Ebedî Şef.
Sonra da büyük kurtarıcı ve Ulu
Önder...
Ben yazınca maraza çıkarıyorsunuz...
En iyisi, rahmetli Attila
İlhan’a söyletmek.
Bakın sapına kadar Atatürkçü
Attila İlhan ne diyor: “Bir kere ‘önder’ (Führer) kavramı demokratik değil; ancak totaliterlikte, totaliterliğin jargonunda yaşayabiliyor. Demokraside ‘
Hakimiyet bilâ-kayd-ü-şart milletindir’. Öyleyse, hem insan haklarına saygılı, katılımcı ve özgürlükçü bir ‘
demokrasi’ oluşturmak isteyeceksin, hem de toplumunu o dönemde totaliterleştirilmiş bir Ulu Önder’in ‘dokunulmaz buyrukları’ çerçevesinde tutmaya, handiyse dondurmaya çalışacaksın, hiç olur mu? Hele o buyruklar, 30’lu yıllarda düpedüz ‘dogmatik’ hale getirilmiş bir kalıpsa?”
Devam ediyor: “Evirip çevirmenin alemi yok, açık ve dürüst olalım. Türkiye gerçek bir demokrasi olacaksa, önce Gazi Mustafa Kemal’e ‘totaliterce’ yaklaşmayı bırakmalı, ona ‘demokratça’ yaklaşmayı öğrenmelidir.”
Çünkü, “bizzat” o demiştir ki, “Efendiler,
medeniyet yolunda muvaffakiyet yenileşmeye bağlıdır; içtimaî hayatta, iktisadî hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için tek gelişme ve yükselme yolu budur.
Hayat ve maişete hakim olan hükümlerin zamanla değişmesi, gelişmesi ve yenileşmesi zaruridir.” (İkdam,
Eylül 1924.)
Hadi “zehir saçıyor” deyin, “gerici” deyin, “Atatürk düşmanı” deyin...