CHP'nin milletvekili
aday listesi açıklandığı zaman
Ankara siyasetini iyi bilen tecrübeli bir isim; "Bu isimlerin hepsini Ankara'dan aynı otobüse bindirseniz, İstanbul'a varmadan
kavga eder, inerler" demişti.
Seçim sonrası yaşananlar bu öngörüyü teyit etmiş oldu. CHP tam anlamıyla her kafadan ayrı bir sesin çıktığı kaotik bir yapıya dönüştü.
Gerçi CHP yönetimi 'parti içi
demokrasi' olarak lanse etmeye çalışsa da görünen şey farklı.
Kılıçdaroğlu'nun
Silivri ziyareti ve
mahkemeyi
hedef alan talihsiz sözlerine geçmeden önce bir hatırlatma yapmam lazım.
Bu köşede defalarca gündeme getirdiğim ve hâlâ
cevapsız kalan bir soru var. Baykal'a yönelik
kaset komplosu kimin işiydi?
Eğer bu soruya sağlıklı ve tatminkâr bir cevap bulamazsak CHP'yi de anlamamız mümkün olmayacak.
Her ne kadar Kılıçdaroğlu 'bu komployu çözmek boynumuzun borcudur' dese de koltuğa oturduktan sonra pek gündemine almadı.
Oysa Türk siyasi tarihinin en girift komplosu hâlâ çözülmüş değil.
Sahi Baykal'ın bu kadar yakınına girebilen, birkaç farklı eve
kamera yerleştirebilen, kimin hangi saatte geldiği bilgisine bile sahip olan güç kimdi?
Oran'daki siteye kim girdi ve o kamerayı elektrik prizine kim yerleştirdi? Evin kapısı zorlanmadığına,
hırsızlık da ihbar edilmediğine göre 'tanıdık' birilerinin işi miydi?
Ergenekon kapsamında tutuklanan bazı kişiler bu işin neresindeydi?
Bu sorular önemli çünkü ortadaki komployu çözemezsek süreci yönetenleri bilmemiz mümkün değil.
Bu durumda gelişmeleri de sağlıklı
analiz edemeyiz.
Kılıçdaroğlu'na geri dönersek.
Çok büyük bir medya desteği ile gelen CHP lideri maalesef kendi eliyle bu krediyi harcadı.
Ergenekon sanıklarını aday yaptı, mahkeme kararına saygılı oluruz dedi ama sonrasında ömründe bir kez bile CHP'ye oy verdiği
tartışmalı adaylar için
Meclis'i boykot etti.
Bayramda ise cezaevine çıkarma yaptı.
Silivri'yi 'toplama kampı'na benzetip davanın hakimlerine de ağır ifadeler kullandı. Zaten daha önce de 'nerede bu
örgüt gidip üye olacağım' demişti Meclis kürsüsünden.
Sadece bu ifadeleri bile ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Ana muhalefet partisi
darbe girişimi iddiası ile yargılananları '
muhalif' olarak tanımlıyor.
Kılıçdaroğlu'nun Ergenekon aşkı nereden kaynaklanıyor hâlâ anlaşılabilmiş değil ama
PKK sorununun çözümü ile ilgili
önerisi de partiyi karıştırmış durumda. Hatırlanacağı gibi Kılıçdaroğlu ilk günden bu yana 'akil adamlar komisyonu' kurulmasını öneriyor.
PM ve MYK'da ise bu öneri çok tartışılıyor çünkü 'akil adamlar komisyonu' önerisi Öcalan'ın yıllardır gündeme getirdiği bir konu.
Sezgin Tanrıkulu'nun çalışmaları ise bir başka tartışma konusu. Tabii KCK tutuklamaları da partide tansiyonu yükseltiyor.
Öte yandan
Selvi Kılıçdaroğlu'nun röportajının da CHP Genel Merkezi'nde tartışma doğurduğu herkesin malumu. Zira dün Sabah'ta yer alan röportajında Kılıçdaroğlu eşinin açıklamalarının hatırlatılması üzerine yorum yapmayıp '
aile içi mesele' demekle yetindi.
Peki ne demişti Selvi Hanım?
Partide kimin dost kimin düşman olduğunun bilinmediğini, parti içi mücadelelerin çok acımasız olduğunu, solun Türkiye'de taş çatlasa yüzde 35 oy alabileceğini söylemişti.
Yani Kılıçdaroğlu daha eşini bile ikna edememiş tek başına
iktidar olabileceğini. Ayrıca CHP'nin yüzde kaç oy alacağı Kılıçdaroğlu ailesinin iç meselesi olarak görülüyorsa ortada daha büyük sorun var demektir.
Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün Zaman'a verdiği demeç ve söylediği '
Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir" ifadesini de unutmamak lazım.
Eğer bu kadar kafanız karışık, gündeminiz muğlak olursa, üstelik de kendi hatalarınızla rakiplerinize koz verirseniz, bir
taksici de 'sen oy bile kullanamadın' deyip sizi renkten renge sokabilir.
Baykal'a
kaset komplosu ve Kılıçdaroğlu'nun gelişi sürecinde ilk düğme yanlış iliklendiği için arkası da bir türlü düzgün gitmiyor.